Sınav gününden sonra iki hafta geçmişti. Günler ilerledikçe Naz'ın sınava dair hevesi daha da düşüyordu, zaten dedesinin bu duruma olumsuz bakması ilk günden moralini bozmuştu. Aslında Nuran hocası onu inandırmış, bu okulu kazanabileceğine dair kendine güven vermişti ama şimdi tamamen kaybettiğini varsayıyordu.
Dolaptaki yemeği ısıttıktan sonra odasına geçti. Raftaki kitabı birazdan çalışmak üzere yatağının üzerine bırakıp uzandı. Pencerenin ardından mahalledeki çocukların sesleri doluşuyordu içeriye. Bazen fırlattıkları top duvarlarına çarpıp baş ağrıtırcasına gümbürdüyordu, Naz eliyle alnına dökülen saçlarını geriye itip nefeslendi. Birazdan dedesinin ipsiz sapsız arkadaşlarının sokaktan 'Hilmi!' diye bağıracaklarını da biliyordu. Hatta kapıyı açıp evin önünde bile oturabilirlerdi. O zaman gürültü içeri daha kolay taştığı için bundan hoşlanmıyordu Naz, ders çalışmasını zorlaştırıyorlardı çünkü.
Elini yastığın altına koyup soğukluğu hissetti. O sırada parmağının ucu başka bir şeye değmişti. Elini biraz daha hareket ettirip eski fotoğrafı tuttu ve yastığın altından çekip çıkardı. Sürekli gece karanlığında baktığı fotoğraf gündüz vakti bile doğru dürüst görünmüyordu. "Of!" dedi bu eve ilk geldiği zamanlar yaptığı gibi. O zaman altı yaşındaydı, şimdiyse on yedi. Geçen on bir senede fotoğrafa karşı sergilediği çocuksuluğu hiç geçmemişti.
Dikdörtgen fotoğraftaki ev başka bir evdi. Naz orayı hatırlamıyordu ama bebeklik halinden o evde bulunduğunu anlayabiliyordu. Ortada kendisi, sağında yüzü yan dönük olduğu için tam olarak seçilemeyen bir adam, solunda ise kameraya neşeyle gülerek bakmış annesi vardı. Bir aile oldukları belliydi fakat zaman onları acımasızca dağıtmıştı.
"Acaba öldüğümü falan mı düşünüyor?" Yüzünü göremediği babasına dokunup parmağını orada gezdirdi. "Yoksa gelirdi herhalde..."
Annesinin zaten bir daha gelmeyeceğini çok erken yaşta öğrenmek zorunda kalmıştı. Dedesinin elinden tutup onu bu eve getirdiği anı hatırladı, o zaman altı yaşındaydı. Okula bile gitmiyordu, okuma yazma bilmiyordu. Vakit epey eskiydi, daha yolun çok başındaydı.
İlk başta fazla özlem duymuştu, annemi istiyorum diyerek çok ağlamıştı. Dedesinin şimdiki halinden daha fazla huysuz olduğunu anımsayabiliyordu o zamanlar. Sus diyerek sürekli kendisini azarlıyordu, öyle olunca Naz daha çok ağlıyordu. Yan dönüp o şekilde bakmaya başladı fotoğrafa. Bir zamanlar annesinin kullandığı yatakta uzanırken şanssızlığına ağlamak istedi fakat buna vakti yoktu. Çalışmalıydı, yeni okul meselesi kapandığı için derslerine şimdikinden daha çok önem vermeliydi.
Fotoğrafı yastığın altına geri koyup ayak ucundaki kitabı aldı ve kaldığı yerden soruları çözmeye devam etti. Bu kitabının bitmesine az kalmıştı ve yenisini almadığı müddet çözecek başka bir kitabı olmayacaktı. Hemen yan tarafındaki komodinin üstünde duran cüzdanını alıp içini kontrol etti. Aldığı burs ve dedesinin azıcık verdiği harçlık tamamen ihtiyaçlarına gidiyordu ve yetirmekte zorlanıyordu. Yine ucu ucuna yetecek kadar parası kalmıştı, onunla da büyük ihtimalle test kitabı alacaktı.
Birkaç saat boyunca kapalı cama rağmen çocuk gürültüsünün eşlik ettiği odasında ders çalışmaya devam etti Naz. Dedesinin dışarı çıkmadığını anlamıştı çünkü kapı sesini hiç duymamıştı. Kitabı bırakıp onun yanına geçmek için ayaklandı fakat o an telefonu gelen bir bildirimle titredi.
Telefonun açma tuşuna basıp kırık ekranı aydınlattı. Uzunca yazılmış bir mesaj çıkmıştı karşısına. Parmağını kaydırıp şifreyi girdikten sonra mesajın tamamını okumaya başladı. Heyecanla dudaklarını ısırıyor, gözlerini hızlıca ekranda geziniyordu. Sıklaşan nefeslerini düzenleme gereği duymadan omuzlarını hüzün içinde düşürdü çünkü gerçekler kendisini hatırlatmaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AF
Teen FictionBabası onu terk ettiğinde küçük bir kız çocuğuydu. Annesi öldüğündeyse henüz büyüyememişti. Ona arkadaşlık etmek için yanında bir tek dedesi vardı, o da sevgi konusunda eli çok sıkı bir adamdı. O zor da olsa kendi kendini büyüttü; sonra pahalı ayakk...