*Sevdim seni çiçek çiçek

25.9K 1.2K 220
                                    

Sırtı soğuk kaldırıma değdiğinde, apartmanların arasına sıkışmış karanlık gökyüzü de gözlerinin önüne serilmişti. Yıldızları pek seçemiyordu fakat bulanık görünen birkaç parıltı vardı. Tarık onların bir süredir yıldızlar olduğuna emindi. Zaten bir süredir göremediği şeyleri tahmin etmeye çalışarak var olduklarına inandırıyordu kendisini.

Dışarı bir soluk bıraktığında dişleri kamaştı. Kollarını iki yana açıp sanki rahat bir yatağa uzanır gibi yayılmıştı bir de. Sol elmacık kemiğine inen yumruktan dolayı yüzü acıyordu fakat bunu umursayacak halde değildi. Yine de farkında olmadan dudakları kasıldı. "Ah..." diye geç kalmış bir sızlamayı sergilediğinde bakışlarına eğilen bir başka suretle karşılaştı daha sonra.

Az önce kendisinde yumruk atan Baran, çenesini tutup başını iki yana çevirerek Tarık'ın donuk duran gözlerini kontrol ediyordu. "Bırak," diye fısıldadı ona ve çenesindeki eli güçsüz bir çabayla itti. Midesi bulanırken böyle uzanmak içini daha kötü hale getirse de kıpırdayacak hali kalmamıştı daha fazla. Ancak istemsiz bir öğürme refleksi gösterdiğinde Baran çabucak "Tamam sakin," diyerek onu yan çevirdi ve kaldırmaya çalıştı.

Tarık bu çabaya herhangi bir karşılık vermeyip sadece yan dönerek uzanmakla kaldı. Birkaç kere öğürse de midesinden çıkan bir şey olmamıştı. Öylece durdu ve bu sefer boş gözlerle parke taşlarını seyretmeye başladı. Niçin buraya geldiğini, burada ne yaptığını, bundan sonra ne yapacağını düşünürken tüm fikirlerin karman çorman olduğu bir zihne sahipti.

"Gitsem," diye hırıltılı bir tonda mırıldandı dakikalar sonra. "...ama nereye?"

Babasının öğürdüğünü görünce dayanamayıp oraya ilerlemişti Naz. Kolları hala önünde bağlıydı, bu ona ketum bir hava katsa da meraklı gözlerle Tarık'ı seyrediyordu. Geçen zamanın ardından onu bunu sorduğunu duyunca Baran'la gözleri kesişmişti.

Baran "Ben evine bırakayım en iyisi," demişti ancak Naz onun hareketlenen koluna dokunup durdurdu.

"Hiç götürme, almaya gelecekler zaten."

Araya tekrar yoğun bir öğürtü karışmıştı. Yağmur çantasında duran yarım su şişesini çıkarıp yere eğildi ve Tarık'ın yüzüne döktü yavaş yavaş. "Kim almaya gelecek?" derken başını da geriye çevirdi. "Polis mi ambulans mı?"

Bu kinayeli soruya gerçek dahi olsa cevap veremeyeceğini biliyordu Naz, o yaşlı adama dedem diyemiyordu. Kendisini hor gören kadına babaanne diye seslenemiyordu. Tekrar sıfatlara takılıp kalınca derin derin nefeslendi. "Bana fark etmiyor, birileri alıp götürecek işte."

"Naz sen artık içeri gir," derken koluna dokunan Baran'a dönüp başını iki yana salladı.

"Hayır, onun gittiğini göreceğim." Bu fazla hırs ve öfkeyle belirtilmiş gibi dursa da aslında içten içe ufak bir merhametti. Üstündeki ceketin altından kollarını sıvazlarken çatılı kaşlarının altındaki yanan gözleriyle bakıyordu babasına. Kızgındı, bir çatıyı başına yıktığı için ve başkalarından sonra bir de kendi canını yaktığı için ona kızgındı. Eğer yaşanan her şeyden sonra biraz mutlu olsaydı bunca acıya değdi diyebilirdi Naz... Şimdi ise derbeder bir hayat uğruna ayrı kaldıklarına üzülüyordu.

Yarım saatin ardından hala bekledikleri kaldırım kenarında siyah, lüks bir araç durmuştu. Arka kapıdan alelacele inen yaşlı adam ve yaşlı kadınla Naz da oturduğu yerden ayaklandı. Korkarak değil, bu sefer utanması gereken kişilerin onlar olduğunu bilerek sertçe karşılarına dikilmişti. Yıllar sonra karşılaşmalarının böyle olacağını tahmin etmezdi.

AFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin