11. Bilinç Kaybı

35.8K 2.1K 148
                                    

"Kaldın öyle, hayırdır?" derken yere düşen Naz'ı kolundan tutup kaldırdı. Onu hırpaladığının farkında değildi, torununu iyice yanına çekip karşısında korkakça dikilen Tarık görsün diye sarstı bir kez de. "Bak ama bak! Kim bu kız? Hmm? Bu kız kim Tarık Sayın?"

Tarık'tan hiçbir cevap gelmemişti. Arkasında duran karısı şaşkınlıkla "Neler oluyor Tarık?" diye mırıldanırken Denizhan endişeyle Naz'a bakıyordu. Bugün yaralanmasına sebep olduğu için burnuna koyulan sargı hafiften kanlanıp dağılmıştı. Ve ıslak, kızarık gözleri evin içinde korkuyla dolaşıyordu.

Hilmi hala yoğun süren sessizliğe karşın "Ben söyleyeyim," diye tehlikeyle mırıldandı. Bunun ardından Tarık elini uzatıp onu durdurmak istemişti ama yaşlı adamın durmaya isteği yoktu pek. Sesini daha da yükseltip "Kızın!" diye gürledi. "Seneler önce bir kenara atıp gittiğin çocuğun bu senin!"

Naz acıyla kıvranırken mırıldandı. "Dede, yapma ne olursun... Evimize dönelim." Başını öne eğip gözlerini kapattı çünkü bu görüntüyü görmek istemiyordu. Halen yaşayan babasının kendisini hiç arayıp sormadan, hatta kendisini tanımadan böylesine karşısında dikiliyor olmasını kalbi kaldırmıyordu. Gözyaşları bir daha dökülmeye başladığında gözlerini hiç açmadı, Tarık Sayın'a bir kez olsun bakmadı.

Çünkü bu anı hiç böyle beklememişti. Yüzlerce kez kurmuştu kafasında Naz; hiçbir şeye mecbur olmadığı bir hayatta, özgür günlerin altında babasına istediği gibi sarılabileceği o anı çok düşlemişti. Ancak o geliyordu kendisini bulmak için, kızım diye seslenip Naz'ın hayaline sığdıramadığı kadar sıkı sarılıyordu ona. Saçlarını okşuyordu; hiç bilmediği şekilde, ayrılığın kapıya dayandığı o gün bebek Naz'ın seyrek saçlarıyla oynadığı gibi. Hala severcesine, hala kızı gibi... Ama hiçbir şey hayal ettiği gibi gerçekleşmemişti. Hiçbir şey o hayaller kadar güzel değildi. Yaşananlar, bazen uykularını basan kabuslardan çok daha kötüydü.

Naz gözlerini yavaşça açıp dudakları aralık şekilde kendisine bakan babasına döndü. O, yastığının altında sakladığı fotoğrafta yüzünü gizleyen adamdı. Bu yüzden onu gördüğünde tanıyamamıştı. Fakat her şeye rağmen olgunlaşmış duruyordu. Geçen on altı yılda Naz'ın büyüdüğü gibi o da büyümüştü belli ki, bambaşka biri olmuştu. Yıllar mıydı onu değiştiren? Onu Naz'ın babası olmaktan çok daha farklı bir adama çeviren sadece yıllar mıydı?

"Tarık sana neler oluyor dedim!" diye hınç içinde tekrar bağırdı arkadaki kadın. Artık kocasının yanına geçmiş, sarı saçlarını aceleyle kulaklarının arkasına sıkıştırırken öfkeyle bakıyordu ona. "Bir şey söylemeyecek misin? Bu durumu açıklamayacak mısın?"

"Mine-..."

Hilmi, Tarık'ın konuşmasına izin vermeden sözünü kesti, sanki ortalığı gerçekten de ateşe vermek istiyor gibiydi. "Söyledim ya hanımefendi!" Naz'ı kavradığı kolundan bir kez daha sarstı. "Bu adamın unuttuğu şeyi getirdim ben! Yükünü bana bırakmıştı, artık biraz da o taşısın dedim..."

Bu zamana değin acı çok şeyi deneyimlemiş, annesinin ölümüne bile ilk andan şahit olmuştu. O zaman küçük olduğu için idrak etmesi çok uzun sürmüştü bu durumu. Ölümü çok sonra öğrenmiş, zaman geçtikçe kabullenmişti. Büyümenin en kötü yanlarından birisi de buydu, şimdi yanında gerçekleşen her şeyi kolaylıkla anlayabiliyordu.

İstenmeyen bir çocuk olduğunu kolaylıkla anlayabiliyordu.

Aslında buna alışık olduğunu sanıyordu, şimdiye dek. Ama hiç değildi işte, ne babası ne dedesi tarafından istenmemeye alışık değildi. Zaten kimse de böyle bir kimsesizliğe karşın metanetini koruyamazdı.

"Hilmi abi," derken bir adım öne çıkmıştı Tarık. Nemlenmeye başlamış gözlerini Naz'a çeviriyor ama hemen sonra ağlamak istemediği için, uzun yıllar sonra ilk kez gördüğü kayınpederine bakıyordu tekrardan. "Sen," dedikten sonra yutkundu. Ne diyeceğini bilemiyordu. Yan tarafına dönüp Mine'ye, sonra oğlu Denizhan'a baktı. En sonunda da ellerini çaresizlikle ensesine sardı.

AFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin