Zaman kavramı hep aklın tersine işleyen bir kavram gibiydi. Kalp zamanın gürültülü bir çağlayan kadar hızlı akmasını isterken o bozuk musluğa dönüşürdü. Ya hiç akıtmaz ya da yetersiz birkaç damla savuştururdu insanın avucuna. Zaman inattı. İsteklere, hayallere, korkulara ve telaşlara karşı sürekli bir inattı.
Mutlu olduğun anları boğazına birer yumru gibi dizer; günler geçince de her şey geride yalnızca bir fotoğraf karesi kadar uzak kalırdı. O fotoğraflara bakmak, o günü yaşamak kadar mutluluk vermezdi tabi. Biraz dudağının kenarı kıvrılır, gözlerin azıcık dolar, belki de ağlardın... Ancak zaman dursun da bu anları kaybetmeyeyim dediğin vakitler kadar hissedemezdin hiçbir şeyi.
Tam da bu yüzden, her an kendince eşsizdi. Her vakit acısıyla tatlısıyla kaybedilemeyecek bir hazineydi ve fazlasıyla kıymetliydi.
Günler geçerken Naz farkında olmadan kendini sıkı bir kampta bulmuştu. Ödevler, onlar bitmeden tekrar verilen ödevler, yakında başlayacak olan deneme sınavlarının ayak sesleri... Bu okula başlamanın ne kadar doğru bir karar olduğunu bu şekilde anlamıştı, ilk başta zorlandığı bir tempo olsa da boş durmasına müsaade etmeyen bu sistem içinde yorgunlukla mutlu oluyordu. Güzel işler başaracağına dair inancı gitgide büyüyordu çünkü.
Her ne kadar okula başladığını ve bir şeyler başardığını annesi ya da babası göremeyecek olsa da yalnızca kendisi için çalışmak da onu güdülüyordu. Aslında dedesinin görme şansı vardı ama o da umursamazlığıyla bunu reddettiği için gururlandıracağı kimse kalmıyordu geriye. Şimdiyse bu hazzı yaşayacak tek kişi kendisiydi.
Yağmur elindeki kitabı sertçe masaya koyup Naz'ın önüne oturduğunda "Bu hayatta türev ve integral olmasaydı ne kaybederdik acaba?" diye mırıldandı.
"Ben türev integral çalışmıyorum, hala bir şey kaybetmiş sayılmam," diye cevapladı Melek bu soruyu. Naz'ın ilk günden bu yana yanında oturan sıra arkadaşıydı ve iyi anlaşıyorlardı. Hatta uzun süredir edinemediği tüm arkadaşlıkların yerini doldururcasına iyi bir arkadaştı Melek. Kitaplar, sorular ve notlar dahil olmak üzere çok şey paylaşıyorlardı.
"Niye çalışmıyorsun?"
"Çünkü onları sınavın son zamanına bırakacağım."
Naz başını iki yana sallayıp bu fikri hoş bulmadığını belirtti. "Bence bırakma, pratik yaptıkça oturur kafana."
"O kural bende işlemiyor," derken Melek sıkıntılıydı. "Ne kadar sıkışırsam o kadar gaza geliyorum, o zaman öğrenmesi daha kolay oluyor."
"Ben seni çalıştırayım istersen?"
"Tabi sen yüzyılın ineği olma yolunda emin adımlarla ilerliyorsun Naz." Yağmur tatlı bir huysuzlukla söylemişti bunu. Naz'ın önündeki kitabın köşesini kıvırdıktan sonra güldü. "Keşke senin gibi olsaydım."
Acı içinde tebessüm etti Naz. İçinden benim motivasyonuma sahip olmak istemezsin dese de dışından titrek bir şekilde "Saçmalama, sen de iyisin," diyebilmişti yalnızca.
"Değilim, Baran neredeyse okul birinciliğine oynuyor bense çok gerideyim..."
Naz'ın kaşları hayretle havaya kalktı. Sorunun üstünde gezdirdiği kalemi usulca bırakmıştı. "Baran okul birincisi mi olacak?"
"Kıskandın değil mi?" derken Melek kahkaha attı. Naz'ın yüzünde dumura uğramış bir ifade vardı, onu işaret edip gülmeye devam etti.
"Kıskanmadım..." Bunu söyledikten sonra çantasına eğilmişti, dudaklarını hırs içinde kemirirken duruma bozulduğunu belli etmemeye çalışıyordu. Cüzdanını çıkardığında "Hem daha hiçbir şey belli değil ki, denemeler başladığında göreceğiz," diye açıkladı kendisini. Okula beşinci olarak girse bile birinciliğe yükselmeyi Naz da istiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AF
Teen FictionBabası onu terk ettiğinde küçük bir kız çocuğuydu. Annesi öldüğündeyse henüz büyüyememişti. Ona arkadaşlık etmek için yanında bir tek dedesi vardı, o da sevgi konusunda eli çok sıkı bir adamdı. O zor da olsa kendi kendini büyüttü; sonra pahalı ayakk...