21. Tarumar

32.3K 2.1K 199
                                    

Keyifli okumalar dilerim... 🤍

 🤍

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

-

Güçlü olmak bazen de birisine tutunabilme cesaretini gösterebilmektir. İnsanın yalnız kaldığı tek yer ölümse, hayat çoklukla değerlendirilebilir. Hayat aynı zamanda bir sınav ve insan da derse geç kalan öğrencidir. Fakat öğrenilmesi gerekenleri zaman hiçbir şeye rağmen yitirmez... Defalarca yazar, gerekirse çizer. İdealist bir öğretmen gibi tüm yolları dener ancak insan öğrenmeyi en çok son gün sever.

Sınıfa girdiğinde, Baran'ı cam kenarının en arkasındaki masada oturup kitapları dikkatle hazırlarken bulmuştu. Naz da çantasını onun yanına çıkarıp biraz masaya bakındı. Kalemler hazırdı, kitaplar... ve içinde kuruyemiş bulunan pembe bir saklama kabı bile vardı aralarında. Onu işaret edip "Bunları da mı getirdin?" diye sordu.

Baran Naz'ın işaret ettiği kuruyemişlere bakıp yaramaz bir şekilde alt dudağını dişledikten sonra "Ders çalışırken iyi gider diye düşündüm," diye açıklamıştı. Bir yandan da sınıfı kontrol ediyordu. Hemen sonra tekrar Naz'a dönüp merakla sordu. "Sence gitmez mi? Sevmez misin yoksa?"

"Severim severim, sorun yok."

Naz üstünden çıkardığı montunu arkasındaki askılığa asıp önüne döndü. O sırada sohbet ederek sınıfa giren Yağmur ve Melek onu görünce "Naz!" diye koşarak yanına gelmişlerdi. Yağmur heyecanla onun kollarına atılıp sarıldı, başını da boynuna yasladı. Naz gördüğü bu ilgi karşısında hafifçe gülümserken uzun zamandır herhangi bir arkadaşı bulunmadığı için biraz afallamış sayılırdı.

"Neredesin sen? Dün gelmedin ve telefonlara da bakmadın, sadece Baran'ın aramasını açmışsın ve ben bunu inanılmaz kıskandım!"

Yağmur geri çekildiğinde Melek de Naz'a kollarını sarıp sırtını sıvazladı. "Evet niye bizi habersiz bıraktın?"

Başını hafifçe iki yana salladı genç kız. Yalnızca iki gün içinde yaşadığı şeyler ona nefes bile aldırmamıştı. Çoğunlukla göğsünü saran ağrıyla hayatına devam ederken soluklarını düzene sokmak da kendisi için zor olmuştu. Oysa babasının gelmesini beklemekle geçip gittiğini sanıyordu zamanın.

Bir hayalin bir kaçışa dönüşmesi de o kadar zor değildi işte. Zaman çok da bükülmeye gerek duymuyor, günlük akışın içinde güneş açması kadar olağan anlarda insanın ayağı kayıveriyordu. Ve artık güneşin doğması da pek olağan gelmiyordu gözüne. Onca gözyaşı döktüm, içim belki de katranla dolup taştı, bir an nefesim kesilecek sandım; yine de bitmedi zaman. Ertesi gün, güneş kızıllığını kuşanıp geldi. Ben tekrar yaşanabileceğini öğrendim.

Aklı başka yerlere kayıp gitmeden tüm acısını ötelercesine gülüp "Nefes almaya bile vaktim olmadı," dedi mırın kırın.

"Niye? Burnun çok mu acıdı?"

AFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin