33. Özgürlük Bir Yalan

27.6K 2.1K 417
                                    

En uzun, en çaresiz geceni düşün. Sabah olmadı mı?

Her gece, yayları gevşemiş gıcırtılı yatağına usulca çökmeden önce aklına muhtelif düşünceler takılırdı. O an yapması gereken, düşünmemeye dikkat ederek gözlerini annesinden miras kalan odada gezdirmekti fikirlerin gürültüsünden kurtulmak için. Fakat odaya baktıkça annesini daha çok hatırladığından dolayı başka yerlere bakmaya çalışırdı bu sefer. Nafile. Her yer, her eşya ve her şey annesiydi.

Yüzü ifadesiz fakat az buz acıklı bir şekilde sağına dönüp elini yastığın soğuk altına soktuğunda aklı bambaşka yerlere kayardı. Çünkü orada da geçmişten gelip o ana gölgesini düşürmüş bir gerçekle karşılaşırdı. Babası. Cansız bir fotoğrafta senden uzakta yaşıyorum dercesine gözlerini açardı. Seni bıraktım der gibi gülümser, seni istemiyorum der gibi bakardı. Bakışları başkaydı ama bakışları Naz için hep yastaydı.

Ne olursa olsun, hatıralarında canlanmasa bile hayal etmek zor değildi ya... O hayal edebilirdi. Aslında 16 Aralık'ta doğarken babasının içinden keşke doğmasa diye geçirdiğini düşünebilirdi. İlk adımlarında biraz daha büyü, gitmem lazım dediğini iddia edebilirdi. Kim inkâr edebilirdi bunu? Zaten her şey tam tersi olsaydı, babası gider miydi? Tam tersi olsaydı, böyle gelmemezlik eder miydi?

Gözünden düşen bir damla yaşla burnunu çeker, elini de aslında fotoğrafın soğuk hissini saatlerce yaşamak istemesine rağmen yavaşça yastığın altından çekerdi. Ardından soluna döner, rüyasında çok güzel şeyler görebilmek umuduyla dualar ederken dedesinin boğuk horlaması duyulurdu incecik duvarların ardından. İşte o an, aslında durdurmak istemediği gözyaşları ardı arkası kesilmeksizin akmaya başlar, hıçkırıklar sıklaşırken yastığı hızla ıslanırdı. Böyle de çekilmez olurdu geceleri, biteviye sürerdi.

Avuçları, sesi öteki odalara gitmesin diye ısırılmaktan yara olmuş dudaklarına kapanırken esasında hiçbir işe yaramayacağını zihni de kalbi de çok iyi bilirdi. Ama yine de örtmekten vazgeçmezdi, bir umuttur ya hani...

Bir umuttur ya hayat.

Belki ertesi gün mutlu olurum, belki bir ay sonra âşık olurum, belki bir sene sonra başarılı olurum umuduyla yatılan geceler, bu umutlar için gündüze kavuşurdu.

Ufacık bir umut parçasıyla ayakta kalırken, o umuda sarılıp gizlemeye çalışırdı sesini. En ufağından en büyüğüne kadar... Bir gün annesini eksiksiz olarak hatırlayabileceğiyle ilgili umutlarını; ertesi gün kapısına uzun boyu, geniş omuzları ve kızını sarmaya müsait sıcak kollarıyla babasının geleceğine dair umutları takip ederdi.

Halbuki uyandığı her sabah hayallerin kırıklarına batacağını biliyordu. Umut zaten böyle bir şeydi: Asla gerçekleşmeyecek düşlerin acı sanrısı. Ne annesini bir daha küçük yaşında gördüğü zamanki kadar güzel hatırlayabilmiş ne de babası kollarını açıp da kapısına gelmişti.

Ancak ilk kez o sabah, gerçek bir sabahtı. Yatakta bir o yana bir bu yana döndüğü gece, ilk kez buhranlara kapılmamıştı. Karanlığında boğulduğunda bir uykuya yatmamış, bu sefer umuda değil gerçeklere uyanmıştı.

Ayrılıkları hiç sevmezdi ya, ilk kez bir ayrılık için nefesini tutmuştu Naz. Mutlu gibiydi, mutlu olduğuna inanıyordu.

Çalan alarmı yüzünden yatakta doğrulup gözlerini ovaladı. Kollarını iki yana açarken tatlılıkla gerindi, sonra bakışları yatağın karşısında duran bavula değdi.

Onu eve sokmak biraz zor olmuştu kendisi için. Büyük bir poşet aramış, kimsenin görmemesi için en ıssız vakitte geçmişti merdivenlerden. Şimdi o boş bavulun içi doluydu, hatta ders çalışmak için kullandığı masa da öyle... Komodinde sadece telefonu vardı. Az sonra ayağa kalkıp yatağını topladıktan sonra orası da üstünde birisi hiç yatmamış gibi olacaktı. Bu oda birazdan, Naz orada hiç yaşamamış gibi olacaktı.

AFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin