49.Bölüm

765 46 239
                                    

Merhabalar arkadaşlar. Yeni bir rekor kırdım tam 6000 kelime .

"Bazı savaşlar savaşmadan kazanılır"

"Hayat bu nereden ne çıkacak ,mucizeler seni ne zaman bulacak belli olmaz."
M

edya:Sinan Akçıl -Mucize
Çorbayı da bir başka poşete koyduktan sonra içeriye geçerek elbise çantasını aldı. Diğer çanta ve poşet ile beraber kapının önüne geldiğinde telefonu çalmıştı. Çağla bu sefer arayanın kim olduğuna baktı. Arayan bu sefer Cenk'ti.

"Efendim Cenk? "

"Ben geldim aşağıdayım" dediğinde Çağla, "Tamam ben de iniyorum şimdi." Dedi ve çantaları aldı ve kapıya çıktı. Kapıyı çekmeden önce ayakkabılarını giyinip çantaları aldı ve anahtarını çıkarıp kapıyı güzelce kapattı. Kapıyı kapattıktan sonra merdivenleri indi.

Kapıya çıktığında Cenk onu bekliyordu. Şimdi Cenk arabanın içinde oturmuş eline aldığı telefonla oyalanıyordu. Çağla gördüğü manzara karşısında gülümsedi. Ah bu erkekler neden vazgeçemezdi oyundan. Çantaları alarak şoför kapısının ağzına geldiğinde camı tıklattı ve Cenk'i daldığı telefondan uyandırıp el salladı.

Cenk oynadığı telefondan duyduğu sesle başını kaldırdığında Çağla'nın ona melek gibi baktığını görmüştü. Bir süre dalıp gitmek istedi o gözlerde ancak vakit yoktu. Hemen arabanın kapısını açtı. Çağla,

"Merhaba "dediğinde Cenk, Merhaba Çağla. Şey bir posta gelmişti de" dedi Çağla, "Sorun yok da -ellerini kaldırdı- "Bunları bagajına koyabilir miyiz? "Dediğinde Cenk hemen Çağla'nın ellerindeki çantaları almak için ellerini uzattı. O anda Çağla da poşetleri uzatınca ikilinin parmakları birbirine değmişti. Çağla için önemsiz gelen bu dokunma belki de Cenk'in içini cesaretle dolduracak bombanın fitilini ateşleyen kibrit olacaktı. Çağla, "Şey ben teşekkür ederim" dediğinde Cenk, "Rica ederim. Sen geç istersen arabaya "diyerek arkaya yürürken Çağla da diğer kapının oraya gitti. Kapıyı açıp binerken Cenk'te eşyaları bagaja koyduktan sonra kapağı kapatıp öne yürüdü.

*****

Çağatay için her şey günlük güneşlikti. Öyle ya sevdiği kadın şimdi yanında kendi gözlerinin içine bakıyordu. Ne dert vardı ne tasa. Ne Albastı ne de diğerleri, dış dünyadan izole yalnızca ikisi. Sonu can acıtan rüyalara benziyordu. Evin,

"Çağatay, sana söylemem gereken bir şey var "dediğinde aslında niyeti suikastçılarla ilgili konuşmaktı. Bir de Poyraz meselesini açacaktı. Bu kadar fazla mutluluğun hayatında bir garipliğe yol açtığını düşünüyordu. Bu kadar mutluluk dengelenmeliydi. Çağatay, "Ne? Umarım güzel manzaramı bozmaya değer "dedi. Evin kıkırdadı, "Allah aşkına Çağatay - arkaya yaslanıp ağrımaya başlayan belini düzelttikten sonra - Abartma. Altı üstü hastane manzarası "dedi. Çağatay, "Ama benim tek manzaram senin gözlerin, tüm hayatım sanki senin gözlerine ve kalbinde saklı. "Dediğinde Evin duraksadı. Bu aşk ikisine de iyi geliyordu. Evin, "Ya ne tesadüf Çağatay Bey, ben de aynı şeyi sizin o dipsiz kuyu gözlerinizde görüyorum. Dediğinde Çağatay hafifçe doğruldu, "Bence yanlış düşünüyorsun. O kuyuların bir sonu var" dedi. Evin'in eli Çağatay'ın iri elleri arasında kaybolurken Evin ve Çağatay da aralarındaki çekime kaptırdı kendini. Evin de Çağatay da haklıydı. O kuyun sonu da vardı sonsuzdu da. Evin, "Peki sonunda ne var? "Dedi. Çağatay, "Bunu her yerde söyleyemem. Bu büyük bir sır, ancak kulağına söylerim." Dedi ve yaklaşmasını söyledi. Evin kulağını Çağatay'ın ağzına getirdiğinde Çağatay,

"O kuyunun sonunda ağ tabaka- diğer adıyla retina- var. Arkasında da kafatası kemiği falan vardır" dediğinde Evin sinirle yerinden kalktı.

Namlu -1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin