Bir an kayboldun gibi yaşadım kıyamati,yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti.
Adil Erdem BayazıtKeyifli okumalar.
Kalbimin kırılmadık yeri kalkıştıydı.? Bu soruyu defalarca sormuştum kendime 18 yıllık hayatım boyunca, her defasında küçük de olsa bir köşesi sağlam orası hâlâ kırılmadı diyordum ama şimdi, şimdi nasıl diyecektim? Babam her defasında önemsiz bir bez parçası gibi kenara atıyordu beni. Onun için önemsiz olduğumu anlayalı yıllar oluyordu. Bunun bana bulduğu her fırsatta iliklerime kadar hissettiriyordu.
Ben olur dedikçe o her seferinde olmaz dedi, ben bir umut beni sever sahiplenir dedikçe o elinin tersiyle beni bir kenara itip ağlayışlarımı izlemeyi tercih etmişti, tıpkı şuan yaptığı gibi.Eğer annem yaşıyor olsaydı bunlar olur muydu.? Beni sever miydi.? Beni sevebilmesi için annemin yanına mı gitmem gitmek zorundaydım.? Eğer öyleyse ben hazırım hiç görmediğim, adını bile yeni öğrendiğim annemin yanına kanayan kanatlarıma inat giderdim, o bir babadan çok oksijeni soluyarak israf yapan birsiydi benim gözümde
Neredeyim.? Nereye gidiyordum bilmiyorum, arabanın köşesine sinip kanayan kaşımı tutarak içimi çeke çeke ağlıyordum, hayatım boyunca yaptığım tek şey ağlamaktı zaten, bence bana bu özelliğimden dolayı ödül falan vermeliler.
Güneş tüm heybetiyle kaybolup yerini aya teslim etmişti usulca. Parmak uçarımı kaşımın kenarında gezdirip yaranın boyutunu ölçmeye çalıştım, fiziksel olarak çok bir boyutu yoktu ama kalbimdeki boyutunu tespit edemeyeceğim kadar çoktu, parmaklarıma bulaşan kanı umursamadan sürekli yenisi eklenen göz yaşlarımı sildim.
"Zırlama be başımı şişirdin." Diye bir anda bağırdı babam. Ona korkak gözlerle bakıp sindiğim köşeye mümkünmüş gibi daha da sinmeye çalıştım, küçücük olup kaybolmak istercesine. Başımı arabanın camına yaslayıp gittiğimiz yolları izlemeye başladım, Trabzon un merkezinden çıktığımızı tabelayı gördüğümde burukça yutkundum, beni öldürecekti hem de kemiklerimi bile kimsenin bulamayacağı bir şekilde.
Ne kadar yok gitmiştik, nereye gitmiştik en ufak bir fikrim yoktu zaten yol boyunca korkudan dolayı ağladığım için geçtiğimiz yerleri pek inceleyememiştim. Babam arabanın durmasıyla beni adeta sürükleyerek indirdi arabadan. Yağmur bu geceye inat gökyüzünden kendini asi bir şekilde bırakıyordu, bu gece hiçte güzel bir gece olmayacaktı belki de ondandır bu asi hali.
Babamın hızına ayak uyduramayıp gelinliğime bulaşıp düşecek gibi oluyordum ama babam kolumdan sertçe tutarak buna engel oluyordu.
Yayla evi gibi bir yere gelmiştik sanırım. Küçük tek katlı ahşap bir evin kapısını verdiği komutla adını bilmediğim ama hiçte yabancı gelmeyen koruma açtı, evin içerisine çamurlu ayakkabılarımızı umursamayıp gitmiştik Ali'nin ailesinin evine asla ayakkabıyla giremeyeceğimi şu iki haftalık zaman diliminde öğrenmiştim.
Sert bir şekilde açtığı odanın içine beni fırlatmasıyla sert şekilde ellerimin üzerine yere kapaklandım başımı kaldırdığımda çayır çayır yanan sobayla göz göze geldim, neredeyse yüzüm sobaya değecekti.
"Ben sana ne demiştim hatırlıyor musun küçük kızım.?" Dişlerinin arasından tıslayarak sorduğu bu soru aslında soru değil hatırlatmaydı 'ben sana söyledim ama sen beni dinlemedin.' Demekti bir nevi.
Saçlarımdan sertçe tutarak beni ayağa kaldırdı acıyla bağırdığımda o bunu umursamayıp saçlarıma takılı olan duvağı sertçe çekip çıkardı, gözlerimden yaşlar bana elveda ederken acıyla bağırdım.
"Ne dedim lan cevap ver." Yüzümde hissettiğim acıyla tekrar yere düştüm, gözlerimi sıkı sıkıya yumdum dudağımın kenarı patlamıştı, bedenime savurduğu tekmelerle düştüğüm yerde küçüle bildiğim kadar küçülüp kendimi korumaya çalıştım. Karnıma attığı tekmeyle ağzımdan firar eden çığlık kendini kurtarmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AHİR
General FictionMutlu musun.?" Diye konuştu titreyen sesiyle, Islak kirpiklerimle ona bakmaya devam ettim. "Mutlusun tabi sen bir tek benim yanımda mutlu olamadın." Beni öldürmek ister gibi söylediği kelimeler nefessiz kalmama neden oldu. Gözyaşlarım usul usul yana...