15.BÖLÜM: BULUT

1.6K 1.3K 112
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.




15.Bölüm: "Yağmurlar yağıyor şehrimin tozlu sokaklarına. Işıklar sanki yolları aydınlatmak için değil de umut vermek için açılmış bu gece..."

Soğuktan titreyen ellerimle, yağmurda ıslanan saçlarımla, tek bir beden haline gelmiştik. Günlerce böyle durabilirdim. Evine kavuşmuş bir kuş gibiydim. Çok güzeldi. Amacına ulaşmıştı ruhum. Kavuşmuştu eşine. Tutmuştu ellerini ve öpmüştü ıslak saçlarını. İşte o an anladım ki bütün evrene yağmurlar yağdırabilirmiş bir kalbin masumluğu...

Dakikalar sonra kapıda şirketten gelen kadını görmemizle ayrıldık. Can yağmurdan göz yaşları belli olmadığı için sakince dururken ben ellerimle yüzümü silmeye çalışıyordum. Başımı yere eğip konuşmalarını dinledim.

Can: "İşin bittiyse gidebilirsin, çok teşekkür ederim." dediğinde hafifçe gülümsedim.

"Ne demek oğlum asıl ben teşekkür ederim." diyerek aşağıya indi.

Söylemeliyim ki bayram etti içimde o hiç büyümeyen çocuk. Yıldızları saydı bulutların gölgelerinin ardından. Bilmek istediğim birçok şey var ama, şimdi değil. Bu mutluluğu bozmak için çok erken. Düşüncelerimin içinde sürüklenirken Can elimden tutarak içeriye doğru yöneldi.

Değmişti yorgunluğuma. Keşke daha önce koşsaymışım peşinden. Ondan nefret ettiğimi söyledim. Defalarca dile getirmiştim ama sadece bir saniye bile görmek onu onarmak için çabalatabilir kalbimi. Derin nefesler aldım ağlamamak için. Çok fazla aktı gözyaşlarım. Yüzümde oynamazken mimiklerim, içimde fırtınalar kopardım. Ruhum can çekmekten yaşamaya fırsat bulamadı.

"Artık ağlamayacağım."

"Artık ağlamayacağım."

"Artık ağlamayacağım."

Ve dökülür gözlerimden Can'ın ıslak kazağına birkaç damla yaş. Direnmiyor göz kapaklarım açık tutmak için kendini, ve sanırım üzüntüden değil de mutluluktan dökülüyor göz yaşlarım.

İçeriye doğru geçtiğimizde titrek nefesler alıyordum.
Can dolabından bana kazak çıkarırken gerçekten hayatta olup olmadığımı sorguladım. Eğer ölmüşsem, ölümün en güzel tonunu yakaladım onun kollarında, ve eğer yaşıyorsam, yaşamın bana verebileceği son mucizeyi kullandım.

Kazak ve eşofman uzatırken yavaşça elinden alıp banyoya doğru ilerledim. Üzerimi değiştirip çıktığımda o da üzerini değiştirmişti.

Ben karşısında öylece durup onu izlerken hafifçe gülümsedi. Karşılık veremedim. İstedim ama sanki kasılmıştı yüzüm, hareket etmemek için direniyordu dudaklarım. Biraz yaklaşıp "İçeriye geçelim mi?" diye sorduğunda kafamı sallamakla yetindim.

Koltuğa geçtiğinde araya biraz mesafe bırakarak oturdum. İki yabancı gibi miydik? Yoksa amacına ulaştığını anlamayan zararlı bir ruh mu vardı içimizde. Gözlerine doğru baktığımda günler sonra yüzünü inceleme fırsatım oldu. Beyazlamış yüzü, büyümüş göz bebekleri, ve kurumuş dudakları. Ayrıldığımız gibi değildi.

Olsun, bende değiştim değil mi ? Zaman insanı değiştiriyor. Belki de sığınmalıyız bulutları boyayan pembeliğin ardına, belki de sevdiğimizi belirtmek bir insana onu kaybetmemizin ilk adımıydı.

Derin bir nefes alıp kısık sesimle birkaç nota fısıldadım ruhuna.

"Ben sana kitaplarımın arasındaki fotoğraflarından bahsedemem. Ben yıllarca aldığın çiçeklerin ölmemesi için yalvarışlarımdan bahsedemem. Ama sadece bir cümle söyleyebilirim kırık kalbimin aynasından. Sen kapatsan da gözlerini bir öğle vakti, ben uyuduğunu zannedip saçlarını okşamaktan vazgeçmem."

Duydukları karşısında tepki vermedi. Belli ki bir şeylerin kopması gerekiyordu içinde. Birkaç saniye sonra Çağatay'a bahsettiğim nitelikte kimseyi geçemeyecek kadar güzel sözleri bahşetti bana.

"Perdenin ardından görülen kar taneleri gibiydin. İzlenmek istersin ama engellenmiştir seyirciler."

"Şimdi geçen zamanın izlerini taşımakla görevlendirilmiş kalbim, sevdiğini inkar eder olmuş zihnim." dediğimde acı bir gülümseme bahşetti bana. Fazla mı ağır olmuştu sözlerim? Üzülmesine gönlüm el vermedi. Ve kendi kalbimi yok sayıp kırdığım kalbi onarmaya çalıştım.

"Ve şimdi sen balkonunun demirliklerine yaslanırsın, evimin en güzel manzarası olarak ilan ederim varlığını."

O an ilk defa hayran kaldım sözlerime. Sanırım gittikçe ona benziyordum. Başını yana doğru çevirdiğinde ne olduğunu anlayamadım. Kolundan tutup bana dönmesini sağladığım sırada sessizce yüzüme baktı.

"Kaybolmuşsun. Yolunu bulacağına inanıp sormamışsın adresleri. Sevileceğini sanıp sevmişsin küçük kızım. Dünya sandığın kadar masum olamamış. Sokakların karanlığı güneş doğuncaya kadar değilmiş. Bulutlar ağlayarak yok edemezmiş kötülükleri. Ve sen tek başına kaldıramazsın yaşadıklarını..."
dediğinde kelimelerden çok sesi dikkatimi çekmişti.

"Boş ver Can bunları, ben gerçek müziğin yıllar önce var olduğuna inanmıştım. Sesindeki tınıya denk gelene kadar."

Gülümseyip elimden tuttu.

"Balkona çıkalım mı ? Belki aynı manzara görünmüyor, belki kırılmıştır dudaklarına değen kahve fincanları. Parlamıyordur yıldızlar, ay saklanmıştır bulutların ardına. Ama bu onların bir zamanlar şuan gördüğün gökyüzünde olmadığı anlamına gelmez. Her karanlıkta kalanın bir ışığı olmaz ama her ışığın mutlaka bir karanlığı vardır."

"Haklısın. Belki aynı manzara görünmüyor ama ben varım yanında, aynı gökyüzüne bakıyoruz. Aynı bulutlarla dans ediyoruz. Aynı denizin dalgasında boğuşuyoruz. Sen varsan her yer evimdir. Hadi çıkalım."

Yavaşça ayağa kalkıp balkona doğru ilerledik. Islak zemin, mermere çarpan damlaların sesleri, sandalyeye oturup ellerimi dışarıya uzattım. Islak saçlarım kazağıma değerken, ellerimle tutmaya çalıştım damlaları.
Uzun bir sessizliğin ardından naif sesini bahşetti bana.

"Şimdi ne yapmak istersin?"

"Aslında birçok şey. Ayrı kaldığımız onlarca günün acısını çıkarma vakti geldi. Kötü şeyleri birkaç gün erteleyebiliriz sanırım." diyerek gülümsedim.

"Tabi." dediğinde

"Şimdi biraz güzel sözlerini duymak, ruhumu beslemek isterim."
diyerek karşılık verdim. Eliyle gökyüzünü işaret edip

"Gerçekleştirmek için sıkıca tuttuğum hayallerimden vazgeçtim bu gece. Güçsüzlüğümle savaşan balkonumla uğurladım eski benliğimi. Şimdi sonsuza kadar kaybolmamak için kaçıyorum bu evrenden..."

"Denizleri aşarsın da aklın kalır maviliğin durgun tonunda. Dalgaların sesinde yakalamak için huzuru, gözlerini ayırmalısın gökyüzündeki bulutlardan..." 

Bulutların ArdındanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin