19.Bölüm: Yıldızlar

1.5K 1.2K 237
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.



19.Bölüm:"Sessizlik sardı müziğimin etrafını. Hala boşluklarda yürümeyi denerken ruhum, bilinmezlikle boğuşacak gücü kalmamış bedenimin. Ve sensiz varlığımı fark ettiğim an neden bu dünyaya geldiğimi sorgulama gücünü bulmuştum kendimde."

Artık anladım ki bir çok şeyin farklı olmasını istemezmişim çünkü eğer farklı olsaydı sonuç aynı olmayacakmış.

"Bunu kutlamak ister misin?" dediğinde bir kaç saniye tepkisizce duruşumun ardından cevap verdim.

"Sen istersen olur."

"Peki o halde hazırlan. Ama bilmeni isterim ki seni çok lüks mekanlara götürmeyeceğim ya da ışıkları sürekli yanan bir lunaparka. Seni gerçekten varlığını hissettiğin bir yere götüreceğim."

"Peki nasıl bir yer?"

"Değerini anlayacağın bir yer." Açıkçası biraz şaşırmış biraz heyecanlanmış ve çokça merak etmiştim. Hızlı adımlarla odaya girdiğimde kıyafetlerimin yanımda olmadığı aklıma geldi. Tekrar aynı hızla Can'ın yanına giderken arkamda olduğunu fark ettim.

Gülerek yanıma yaklaştığı sırada "Ne giymek istersin?" diyerek hafif bir tebessüm etti. O an sanırım mutluluktan her şeyi unutmuştum. Ve bu unutkanlığın en güzeliydi.

Üzerimden çıkardığım pantolonu yıkamış ve kuru bir şekilde bana doğru uzatırken diğer eliyle de dolabından beyaz bir kazak çıkardı.

Hızla banyoya doğru ilerleyip üzerimi değiştirdiğimde gözlerim aynadaki yansımamla buluştu. Hiç böyle olacağını düşünmezdim. O gün hastanede bir an da olsa sonumun yaklaştığını düşündüm. Ama bu sona ermeden başlayan yolların olmadığı anlamına da gelmezmiş.

Saçlarımı Can'ın tarağı tarayıp çıktığımda, beni gülümsemeyle karşıladı.

Üzerini değiştireceğini fark edince odadan çıkıp kapıya yaslanarak beklediğim sırada parmağımdaki yüzüğe baktım.

Hayat bana oyunlar oynamayı çok sevse de ödülünü en üst düzeyde sunuyordu. Hayat beni sevmese de hak ettiğim şeylerin veriyordu. Geç olsa da kazanmanın tadını çıkartıyordu. Ben düşüncelerimin içerisinde boğulurken Can yavaşça kapıyı açtı.

Kendimi toparlayıp elinden tuttuğumda ikimiz de Bulut'a küçük bir öpücük kondurduk. Evden çıkarken terkedilmeden önceki kamp geldi aklıma. Orada da böyle çıkmıştık ve olacakları tahmin etmemiştik. Arabaya binip evden uzaklaşırken tek düşündüğüm şey artık eskisi gibi olmadığımdı. Günler geçti ve benimle birlikte değişti düşüncelerim. Sanki bir yokuş var ve tırmanmaya başlayanları engellerle kandırarak aşağıya koşmasını söylüyordu. Zirveye çıkmayı başaran acı çekmeyi göze alan olacaktı.

Etrafa göz gezdirdiğimde ağaçların yaprakları artık tamamen dökülmüştü. Bulutlar griye bulanmış, güneş saklamıştı yüzünü. İnsanlar kafalarına çektikleri şapkalarıyla birlikte başlarını öne eğmiş taktıkları kulaklıklarda etraf farkında olmadan kendilerini şarkıya kaptırıyordu.

İstanbul... Neden vazgeçilmezsin bilmem ama kötü de olsa yaşıyordu insanlar kaldırımlarında. Başımı öne eğdiğimde gözlerim tekrar yüzüğe takıldı. Bu yüzümdeki gülümsemenin sebebi olmayı başarmıştı. Sessizliği bölmek için bir şarkı başlattım. Tanıdık gelse de içerdiği tını bir türlü nerede duyduğumu hatırlamıyordum.

Dakikalar sonra arabanın durmasıyla şarkıyı kapattım. Meraklı gözlerle Can'a bakarken merakıma yenik düşerek o mükemmel soruyu tekrar sordum.

"Nereye geldik?"

"Antika bir saatçiye."

Antikalar hep sevdiğim bir konu olmuştu. Çünkü cansız nesnelerin de bir ruhu olduğuna inanıyorum. Ve antikalar yüzlerde görüntü görmüştür, onlarca anıya tanıklık edip binlerce kelime duymuştur.

"Girelim mi ?" diyerek adımlarımı kapıya yönelttim.
Yavaşça içeriye doğru girerken kapının açılmasıyla yukarıya asılan zil ses çıkardı. Ortam hayal ettiğimden binlerce kat daha hoştu. Yeryüzündeki insanların bunu görmek için sıraya girdiğini bile düşünebilirdim dükkan boş olmasaydı. Gözlerimdeki hayranlık bir kez daha kendini gösterirken dokunmak istediğimi fark ettim. Küçük bir sandalyede 75 yaşlarında bir adam oturuyordu. Sanırım hayatımın en güzel anıları olarak biriktireceğim bir yerdi burası.

Hoş geldiniz çocuklar diyerek bizi karşılaştığında yüzümde oluşan büyük gülümsemeyle hoş bulduk deyiverdim. Can belimden tutarak benimle aynı cevabı verdiğinde hislerim tarif edilemez derecede yoğundu.

"Ben Levent. Size nasıl yardımcı olabilirim?" dedi ani bir şekilde sesini yükseltmesiyle.

Can birkaç saniye sonra karşılık verdi.
"Evrenin en nadir parçası yanımdayken bana buranın nadir parçasını gösterir misiniz?" dediğinde açılan gözlerim ve afallamış düşüncelerimle gülmekten başka bir şey yapamadım.

"Tabi benimle birlikte gelin." diyerek üst kata çıktı. Etrafa göz gezdirdiğimde tahta merdivenlerin oldukça aşınmış olduğunu fark ettim. Gıcırtı sesleri hoşuma giderken düşeceğim korkusu nedeniyle tam anlamıyla tadını çıkaramadım. Üst kata çıktığımızda cam dolaplar, siyah dikiş makineleri, büyük ev saatleri ve başka odaya açılan bir kapı vardı. Kapıya doğru ilerlediğimiz sırada anahtarı çıkarıp güvenlik alarm sistemini devre dışı bıraktı. Bize neden güvendiğini bilmiyordum ama bu biraz hoşuma gitmişti. 



İçeriye girerek neredeyse 50 yıllık olan o güzel saatlere baktım. Gerçekten öte sanki zihnimde kuruyormuşum gibi geldi. Bu anı hafızana kazı dedim. Çünkü hayatta bir kez başına gelebilir. Mucizeler sadece bir kez gerçekleşmek üzere kuruludur. Bu anı unutma Irmak. Çünkü hatırlamak isteyebileceğin kadar güzel görünüyor her bir ayrıntısı. Ben düşüncelerde kaybolurken yavaşça dokundum eskiyen o camlara. Hayatımda görmek isteyeceğim sayılı şeylerden biriydi bu. Ve ben o an gerçekleştirilmiş bir hayal bıraktım hayatıma.

"Yaprakların ağaçlarda rüzgar eşliğinde yaptığı dansa eşlik ediyorum soğuk bedenime sardığım ince battaniyenin altında. Ve sakın unutma özgür kuşum. Canı yok dediğin her şeyin vardır ruhu." 

Bulutların ArdındanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin