44. Geldim

564 515 139
                                    

44.Bölüm:"Sessizce tut ellerimden, bırakmadığın için soğusun kahvem. Bu sefer sen kazı zihnine, unutursam geçmişi gözlerinde izlerim bıraktığım sevgiyi. Ve artık bir ışık görünüyor, umudum ellerimde denize bakan bir evin camında bekliyorum seni."


Bir şarkı vardı, hatırladın mı? Uzun yolcuğumunuz başladığında, arabanın çalışmasını beklerken açmıştın. Bugün kaç gün geçti bilmiyorum ama tesadüfen izlediğim bir videoda gördüm. O ana gitmek istercesine kapattım gözlerimi, derin nefesler alıp sıkıntıyı gidermeye çalıştım. Olmadı sevgilim, bir nota bile yıkmaya yetti beni. Her sözcük sana benziyor, yüzündeki çizgilere mısralarım yerleşiyor. Ben burada kalarak yaptığım haksızlığı sen orada acı çekerken ödüyorsun. Ama dürüst olmak gerekirse geçmişte dinlediğim kadar hoş gelmiyor kulağa, unutma ki adımların durunca kendiliğinden bitmiyor yol.

Telefon kapandığında ellerimin altındaki taşlardan bir tanesini aldım. Baş parmağımla okşadım, sonra kolumu uzatıp attım. Bu kadar basitti, bir taş düşse umursanmazdı. Kaç yıl orada kalacağı bilinmeyen denklemde bulurduk kendimizi. Ama şimdi biri gitti, yarın diğeri. Sonra devamı gelecek, gün geçtikçe birçoğu eksilecek. Kaybeden kimse olmasa da bir zamanlar yan yana duran taşlar, artık boşluğa çekilecek.

Avuçlarımdaki telefondan sinirimi çıkarmak istesem de bunu yapamazdım. İçindeki kanıtlar, bize gerekli olanlardı. Belki bir çıkış yolu sunacak, belki eski defterleri sayfa safya açtıracaktı. Sonunda Can olacaksa kabullenirdim.

Olduğum yere uzandım, bizi bulacaklar dedim içimden. Sonra bir ses daha geldi, kaybolmadan bulunmak kendini saklamaktır dedi. Susturmak istesem de bastırmaktan yorulmuştum. Serbest bıraktım. Bağır, istediğin kadar kız bana. Haklı olmak seni öfkelendirse de sevdiğini bulmak için çabalamak hafifletecek ağrıyı. Sadece birkaç saat geçecek şafak doğduktan sonra, yıldızlar orada olsa da görünmeyecekler, büyük ışık, küçüğü kamufle edecekken, görüntüsünü yok edemezdi.

Başımı iyice taşların üzerine koyup gözlerimi açtım. Bu ne güzel bir gökyüzü, tıpkı rüyada gibiyim. Onlarca yıldız var. Karanlık gökyüzünde küçük parıltılar, oradalar. Ben görüyorum, bu manzarayı tanık oluyorum. Ama artık "Bu anı hafızana kazı demiyorum."
Çünkü bazen unutmak gerekiyormuş. Anlamlar farklılaşıp kırıklar bir bir ortaya çıkıyormuş. Ama sadece bir söz söyleyebilirim bu ana. Sadece bir cümlede toplayabilirim. "Unutmak, yaşanılan anıyı silmeye yetmez." Bu yüzden hatırlamasam da yaşadığımı kimse inkar edemez.

Elimi hafifçe kaldırıp yanaklarıma doğru süzülen yaşlar eşliğinde fısıltılarımı sundum.

"Artık bir plak yok odamda, en güzel köşem yıkıldı. Bulmak için direndiğim fotoğraflar yerine yenilerini çekmek için tut ellerimden, bu sefer kaybetmemek adına binlerce bahane üretebilirim. Sevgilim, her neredeysen kır zincirini, bu zehir elbet bulacak zihnimizi..."

Her anışımda hıçkırıklara gömülsem de vazgeçmiyordum. Elimi indirip iki yana açtım. 'Sarılmak için bir bahanem yok ama çok yalnız hissediyorum.'

O hastanede söylediğim sözlere bir yenisi ekleyemedim. Bu sefer gerçeği söyledim. İtiraf ettim ama kaybetmiştim. Geç kalmıştım, ona sevdiğimi göstermek için yalnız kalmayı beklemiştim.

Gözlerimi kapattım. Ağlayışlarımın arasında küçük sesler çıkarken bir çocuk kadar savunmasız, bir genç kadar arsız hissettim. Ben aşık olmuşum.




Siren sesleri, polislerin adım seslerine karışmıştı. Yalnızlığıma onlarca insan dahil olurken gözlerimi araladım. Birkaç saniye afallayarak etrafıma bakındıktan sonra kadın polisin önüme diz çökmesiyle çok farklı bir his sardı içimi. Hafifçe gülümsedi, elimdeki telefonu almak istercesine avuçlarını açtı. Telefonu koyup heyecanla sordum.

Bulutların ArdındanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin