ŞİFACILAR
İlk yaratılanlar kusursuzdular. Hastalanmazlardı. Yaraları çok hızlı kapanırdı. Hepsinin bir nihayeti vardı ama ömürleri uzundu. Bunun bir nimet olduğunu da bilirlerdi.
Çoğu çok muhteremdi. Negül bununla gurur duyardı. Hepsini de diyarına büyük bir memnuniyetle kabul ederdi.
Gel zaman git zaman, yıllar geçti. İnsanlar çoğaldıkça çoğaldı. Haliyle de türlü türlü melun da göstermeye başladı kendini. Negül'ün bu duruma canı sıkılıyordu. Kendi âlemi boş kaldıkça Kilre'nin köleleri artıyordu.
Bu durumdan Kilre de hoşnut değildi. Bu kadar kanı bozukla uğraşmak, onu da yoruyordu. Bir şamanıyla Negül'e bir teklifte bulundu. Bu durum vahimdi ve düzeltilmesi gerekiyordu.
Kara şaman Kilre'den emri alınca şaşırmıştı. Sonuçta onlar birbirlerinden pek haz etmezlerdi. Bu bilinen bir şeydi. Yine de bir ak şamana gidip, durumu ona açtı. O da gerekeni yaptı.
Negül onlara bir ders verilmesi konusunda hemfikirdi. Ama bunun nasıl olacağını bilemiyordu. Kilre ona insanların yeryüzündeyken onların diyarlarının varlığını unuttuğunu, bu yüzden böyle davrandıklarını söyledi. Ona göre, daha çok hatırlatılmalıydı bu onlara.
Negül hak verdi ona. Bu yüzden alıverdiler uzun ömürlerini onlardan. Sonra hastalıklar geldi. Yaraları iyileşmek bilmedi. Derken bir gün, ilk defa bir çocuk öldü.
Tekrar döndüler tanrılarına. Kimisi hala kötüydü elbet. Ama çoğunun aklı başına gelmişti.
En sonunda dayanamadılar dualarına. Elbette yardım edeceklerdi kullarına. Ama yeniden aynı şeyin yaşanmasını da istemiyorlardı. Bu yüzden onlara uzun ömürlerini geri vermediler.
Kilre'nin Diyarı'ında bir dere vardı. Bu dere diyardaki tek su birikintisiydi ve ne hikmetti ki, Yeraltı Âlemi'nin bütün katlarından geçerdi. Kilre'nin kölelerinin, pişmanlıktan döktükleri gözyaşları beslerdi dereyi. Âlemi'n toprağının renginden, üstünden akan su kızıl görünürdü. Bundan dolayı, ayinler sırasından burayı ziyaret eden şamanlar, dereye "Al Deresi" demişlerdi.
Pişmanlık bilgelik getirirdi. Bir musibet bin nasiyatten iyiydi. Suyu içen bir insanoğlunun ölümsüzlüğün sırrını çözeceği bile söylenirdi. Tabi bu kanıtlanabilir değildi. Hiçbir insan cismini oraya taşıyamazdı.
Kilre bu sudan verdi Negül'e. Negül bulutlara ekti onu. Yağmur yağdı. O yağmur suladı otları, ağaçları. Sonra ikisi de emir buyurdular şamanlarına: Bundan böyle otlar şifalıdır. Bir derdi, hastalığı olan onlarda bulacaktır aradığı hikmeti.
Kilre ve Negül, şamanlarına öğrettiler, hangi ot, neye iyi gelir. Sonra da onlar öğrettiler insanoğluna. Hepsinin aklı ermedi otların ilmine. Erenler de her şeyini öğrendiler.
Böylece insanoğlu bir daha hiç unutmadı ömürlerinin bir sonu olduğunu. Eh, hala vardı kalbi kötü, kanı bozuk. Ama ne Negül'ün Diyarı boştu artık, ne de Kilre'ninki dolu.
Alex'in evine gidiyorlardı.
Yeol çoktan kendi evine geçmişti. Gulf Mew'in evinde kalmanın daha fazla münasip kaçmayacağını söyleyince, Alex onu kendi evinde ağırlamak istemişti. Sadece o ve Nathan kalıyordu, tek katlı kerpiç evde. Şimdi de Chayeon, onlara, eve kadar eşlik ediyordu. Tabi ki sürü sınırları içinde, bu kadar temkinli olmaya gerek yoktu. O yüzden bunu, adamın nezaketine yormuştu Gulf. Ama durum nezaketten ibaret değildi. Chayeon'un aklında, sormayı iple çektiği bir soru vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızılkaya Destanı
Fantasy"Kilre beline kadar inen saçlarını savurdu ve havada süzülen bir tel ufalanıp toprak oldu. Negül suyla kaplı dünyasının toprak olduğunu görünce kederinden ağladı, yağmur oldu. Yası o kadar uzun sürdü ki, nihayet durdurduğunda toprağın dörtte üçü suy...