İLK OCAKLI
Habis ruhların ve iyelerin, ortaya çıkışından sonra, bazı rivayetler dönmeye başlamış. Kimisi habis bir ruhun varlığından şikâyet etmiş, kimisi kendisine yardım eden bir iyenin methini etmiş. Bazen, kış geceleri, korku hikâyelerine konu olmuşlar, bazen de tüccarların dedikodusu. Ama o kadarla kalmış. Kimse içten içe, inanmamış kimseye.
Bir gün, bir aklı evvel, nereden niyet ettiyse, bir iye yakalamaya niyetlenmiş. Habis bir ruhun peşine zaten, hiçbir mahlûkat düşmezmiş.
Ayda bir köye gelip, kumaş satan bir tüccardan, köye üç günlük mesafedeki dağın, bir iyesi olduğunu işitmiş.
Keçilerini otlatmak için dağa süren bir çobanın, kayalıkların oradayken, ayağı kaymış. Tam düşecekken tutunmuş bir kayaya. Lakin ayaklarını koyacak yer yokmuş. Tüm ağırlığını elleriyle, kollarıyla taşımak zorunda kalmış zavallı. Eh, bir süre sonra da hali kalmamış. Gücü tükenmiş. Tam bırakacakmış ki kendini, bir kadın tutuvermiş elini. Tek eliyle kaldırmış çobanın koca cüssesini.
Ayakları nihayet toprakla buluşunca, dayamış ellerini dizlerine. Uzun uzun soluklanmış. Tam kadını hatırlayıp, teşekkür etmek için başını kaldırmış ki, ne görsün? Kadın filan yokmuş. Üstelik artık kendisi de kayalıkların orda değilmiş. Sürüsüyle beraber, dağın eteklerindeymiş.
Çoban geri döndüğünde, anlatmış başına geleni. O tüccar da oradan geçtiği bir vakit, başka bir köylüden duymuş bu hikâyeyi.
Velhasıl kelam, bizimki, bir urgan dokutmuş bir ak şamana. Tabi ki şamana niyetini dememiş. Bir yalanla kandırmış onu. Bu yalanın ne olduğu pek bilinmezmiş. Ama şamanın kandırıldığını herkes bilirmiş.
Dağa gidip, onu müşkül bir durumda kalmış gibi gösterecek, bir tuzak hazırlamış. Dağın iyesi gelince de ayak bileğinden baylayıvermiş onu.
O sıralarda, kurda dönüşmüş, hayvan donuna girebilen biri, dağda gezmekteymiş. Bir dağ iyesi olduğunu düşünmemiş kadının. Bir adam tarafından yakalanmış, bir kadın görmüş sadece. Ortaya çıkınca korkup kaçmış bizim aklı evvel. Dişleriyle kesmiş kurt, kadının bileğindeki ipi.
Dağın iyesi borçlanmış bu kurda. Söz vermiş onu ve ailesini yedi nesil koruyacağına dair. Anlaşmışlar aralarında.
Ocaklılar hakkında bilinen en eski hikâye, budur, geçen anlatılarda.
"Yarın, öğleden sonra varmış oluruz.", dedi Chayeon.
Gece için, geçtikleri bir ormanda kamp kurmuşlardı. Yakılan ateşin iki yanında uzanıyorlardı Wa Yo ile birlikte. İkisi de gökyüzünü izliyordu. Çocuk, adamdan çekiniyordu. O yüzden pek konuşmamıştı yol boyunca.
Bu Chayeon için sorun değildi. O da sessiz bir adamdı. Aslında anlaşıyor gibiydiler bir bakıma.
Adam daha çok, çocuğun çelimsizliğine takılmıştı. Bir de, neydi o ten rengi öyle? O kadar beyazdı ki, çocuğa bakınca, arkasında ne varsa görebilirdi.
"Çok zayıfsın. Rengin bembeyaz. Sanıyorum ki avlanmada, ekip biçmede, hele ki savaşlarda, pek işe yaramıyorsun.".
Öyleydi. Hep dışlanmıştı bu yüzden. Ne kurtlar alırdı onu aralarına, ne insanoğulları. Yine de gocunmazdı. Annesine yardım ederdi, hayvanların bakımıyla ilgilenirdi. Köydekiler de dışlamaktan daha kötüsünü yapmazlardı. O yüzden sorun değildi.
Onayladı adamı.
"Doğduğumdan beri böyleyim. Güçsüz bir bedenim var.", dedi.
"İyi olduğun bir şeyler bulmamız gerekecek. Sürünün bir parçasısın artık. Savaşamasan da mutlaka yapabildiğin bir şeyler olmalı.".
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızılkaya Destanı
Fantasy"Kilre beline kadar inen saçlarını savurdu ve havada süzülen bir tel ufalanıp toprak oldu. Negül suyla kaplı dünyasının toprak olduğunu görünce kederinden ağladı, yağmur oldu. Yası o kadar uzun sürdü ki, nihayet durdurduğunda toprağın dörtte üçü suy...