KÖLEBAĞI
Alkım Denizi'nin doğusundaki bu topraklarda, "Sürü"nün dışında, bir yüz karası olay daha mevcuttu: Kölebağı.
Vakti zamanında, bir kahraman peydah olmuş Yasav'da. Nerede bir haksızlık vuku bulsa, bir zalimin zulmü ortalığı kasıp kavursa, bu kahraman kendini öne sürmüş. Kâh türlü akıl oyunları sergilemiş, kâh döğüşmüş. Ama mutlaka zaferi görmüş.
Halk, bir vakitten sonra o kadar sevmiş ki bu canı, kendi elleriyle ve hür iradeleriyle, kendilerine lider etmişler onu. En güzel bahçeleri önüne serip, en lezzetli meyveleri ayaklarına sermişler. Kadınlar ilgisi uğruna pervaneye dönmüşler etrafında.
Bu kahramanın en sevdiği meyve , üzümmüş. Her türlüsünü pek sever, üzümden yapılan içkilerden ayrı bir zevk alırmış. Bundandır ki, halkı ona, diyet niyetine bir bağ hediye etmiş.
Bu asma bahçesi, Yasav'ın dört bir yanından, çeşit çeşit tohumlar getirilerek oluşturulmuş.
Kahraman bu bağı çok sevmiş. O kadar ki, sırf bu bağ ile ilgilenmesi için özel çiftçiler tutup, ak şamanlardan, asmaların sağlıklı büyümeleri için büyüler istemiş.
Gel zaman, git zaman hayat akıp ömür geçince, bu kahramanın yaptığı her yiğitlik unutulmuş. Çünkü kahraman, tıpkı "Sürü"nün liderinin güce ve üne olan düşkünlüğü gibi, insanların ona boyun eğip saygı göstermesine düşkün olmuş.
Başlarda tok gözlü olan adam, mala mülke meyletmeye başlamış. Alçak gönüllülüğü gitmiş, kibrinden kimseleri göremez olmuş. Tek değer verdiği şey o asma bahçesi olup çıkmış. Lakin sonunda, onu da bir zalimlik aracı olarak kullanmaya başlamış.
Kendisine karşı gelenleri kölesi ilan edip bağa sürmüş. Tek dal kurusa, sebep olarak o köleleri gösterir, ibret olsun diye, kölelerden rastgele birini, kuruyan asmanın yerini diktirdiği çarmıha gerip, işkence ederek öldürürmüş.
Nasıl olduğu hakkında kesin ve net bilgiler olmamakla birlikte, bir sabah halk, duman kokusuna uyanmış. Geldiklerinde gördükleri manzara, bakılası değilmiş. Bağ yanmış, sadece adı kalan kahraman da, bağın tam ortasında dikili bir çarmıhta asılıymış.
Bu yol kendisine pek tanış değildi. Bir sohbetleri sırasında, Yeol bahsetmişti ona buradan. Kestirme değildi, ama Alfa, onlara gizli bir emir verdiği zaman, bu yoldan indiklerinden, böylece meydana uğramadan, Kızılkaya'yı terk edebildiklerinden bahsetmişti.
Sessizce ayrılmak istiyordu sürüden. Meydandan geçip birilerine, özellikle de Chayeon'a yakalanmak istemiyordu. Muhtemelen çok kızacaktı adam ona. Ama yapamazdı. Bu kadar kırıkken, dağılmışken, bir vedaya daha tahammül edemezdi. Hem Chayeon'un kendisine, Mew'inki kadar derin bir zaafı yoktu. Yalnız dönmesine asla müsaade etmez, peşine takılırdı.
Bakışları düz, adımları ahesteydi. Ayaklarını sürüye sürüye yürüyordu. Gevşekçe tutuyordu, yanında, aynı aheste adımlarla ona eşlik Oltu'nun yularının ipini. Ruhu çekilmiş, benliği boşalmıştı. Merak ediyordu, hala cisminin içinde bulunuyor olsa da, ruhu "Tanrılar'ın Âlemleri'ne" göçmemiş olsa da, ölmüş olma ihtimali var mıydı?
Galiba yoktu. Çünkü canı acıyordu. Acıyı hisseden bir canlı, hala son nefesini taşıyor olmalıydı.
Acıyı hissediyordu ama bedeni soğumuştu.
Durdu. Arkasına dönüp yola baktı. Şimdi, şu dakika vazgeçse her şeyden, koşup sarılsa Mew'in boynuna, affeder miydi ki onu?
Affetmezdi. Affetmemeliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızılkaya Destanı
Fantasy"Kilre beline kadar inen saçlarını savurdu ve havada süzülen bir tel ufalanıp toprak oldu. Negül suyla kaplı dünyasının toprak olduğunu görünce kederinden ağladı, yağmur oldu. Yası o kadar uzun sürdü ki, nihayet durdurduğunda toprağın dörtte üçü suy...