ALA VE AYAZ
Ala bir yol iyesiydi. Ne vakit bir muhterem, yolda dara düşse, yetişir, yardımlarını ihsan eylerdi. En çok da tüccarlar kendisine büyük saygı duyar, kervanlarını, geçtikleri yolları temiz tutmaları için uyarırlardı.
Ayaz ise bir mevsim iyesiydi. Ağaçlar çiçeklerini döküp meyvalar yavaştan olmaya başladıklarında, bulunduğu topraklara bereket bahşederdi. Varlığı geçen bölgede –eğer ki Kilre'yi ve yahut Negül'ü kızdırmadılarsa elbet- hasatın kötü olduğu, ürünün verimsiz olduğu dönem olmazdı.
Günlerden bir gün Ala, Ayaz' la karşılaştı.
Bir yol üstünde keşişti kaderleri. Ayaz daha yeni başlamıştı o seneki yolculuğuna. Derken, işgüzar bir tüccarın, Ala' yı, sözüm ona yakalayıp yedi yıl hizmetine alma düşüncesiyle kurduğu tuzağa yakalanmıştı Ayaz.
Bir dört yol ağzına, ilk geçecek kervana zorluk olsun diye, yolun iki yakası boyunca uzanan çamlıktan ağaçlar devirivermişti. Güya kervan yolda kalacak, sonra Ala yetişecek, bizim kurnaz da Ala' nın boz toprak rengi cübbesini, Ala' ya fark ettirmeden kendi cübbesine dikecek ki, bu yüce yol iyesi kendisine kulluk etsin.
Ayaz sadece yardım etmek istemişti kafileye. Onun mekânı değildi belki. Ama akşam saatleriydi ve serindi. En azından, havayı yumuşatabileceğini, böylelikle de onlara yardımı dokunacağını düşünmüştü.
Ama Ala tez yetişmiş, önce muhteremleri sonra da Ayaz'ı kurtarmıştı. Birbirlerini gördükleri anda vurulmuştu ikisi de.
Ama biliyorlardı ki, olmazdı. Geçmişlerini hatırlamıyorlardı, lakin farkındalardı: Negül'den bu ikinci şansı, günahlarından arınmak için istemişlerdi. O da kabul etmişti dualarını. Olmazdı işte. Görevleri vardı.
Ayrıldı yolları. Bir yıl boyunca ikisi de görevlerini yaptılar. Ama Ala'nın fikri Ayaz, Ayaz'ın fikri Ala'ydı.
Bir yılın sonunda, yine aynı yolda, karşılaştı bu ikili. Sarıldılar, ağlaştılar, muhabbet eylediler.
Negül ikisine birden malum oldu o vakit. Eğer ki, görevlerini ihmal etmez, bu diyarda, bu mutluluktan geçerlerse, onları kendi âleminde kavuşturmaya söz verdi. Ala da Ayaz da itiraz etmeden kabul edince onun bu teklifini, onlara bir iyilik daha yaptı: Her yıl, yılda bir gün, o gün, baharın ikinci ayının tam ortasında, orada buluşmalarına izin verdi.
Derler ki, varsa bir dileği olan aşktan yana, bir dört yol ağzına gitsin, tam da baharın ikinci ayının ortasında. Dileğini bir kumaşa işleyip bıraksın orada. Ya Ala bulur, kaldırır tüm engelleri, açar sevdiğine giden yolu, ya Ayaz bulur hiç kış geçirmez bir daha yüreği...
Chayeon, daha gün ışımadan uyanmış, onunla birlikte yola çıkan küçük kafileyi de, erkenden uyandırmıştı. Yanlarına apar topar aldıkları peynir ve ekmeklerle kahvaltılarını yapmışlardı. Tekrar yola koyulmak üzerelerdi. Diğerleri atlarıyla ilgilenirken, Alex yanına geldi.
"O buyurgan ihtiyarın sözünü dinlemek zorunda değildin.", dedi usulca.
"Ben onun sözünü dinlemedim, Alex. Rica etti, ben de, aldığım emirlere zıt düşmediği için kabul ettim.".
"Yine de önce, Alfa'dan izin almalıydın.".
Bunun Chayeon da farkındaydı. Sadece, daha fazla vakit kaybetmek istememişti. Zaten planlarında bir aksama olmaması için, kendince önlemini almıştı. Geri döndüğünde de durumu Mew'e izah edecekti. Eh, Alfa muhtemelen, hiç hoşnut değildi bu durumdan. Belki biraz da sinirliydi. Ama bu kadarına razı gelmeliydi Chayeon.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızılkaya Destanı
Fantasy"Kilre beline kadar inen saçlarını savurdu ve havada süzülen bir tel ufalanıp toprak oldu. Negül suyla kaplı dünyasının toprak olduğunu görünce kederinden ağladı, yağmur oldu. Yası o kadar uzun sürdü ki, nihayet durdurduğunda toprağın dörtte üçü suy...