Kuzey'in Nefesi 22

50 5 4
                                    

Mew, önünde Kızılkaya büyüklüğünde ama yurdu bellediği dağdan belki de beş kat daha fazla kurdu ve insanı barındıran dağın önünde, tüm o kurtların (ve de insanların) biadıyla yaşadığı güç patlamasında kendisini kaybetmek üzereydi. Bu, geçen seferkinden de öteydi.

Geçen sefer bir grup ona toplu biat ettiğinde neler olduğunun farkına bile varmamıştı. Sadece kendini dinç hissettiğini hatırlıyordu. Şimdi ise...

Bu yaşadığını tasvir edecek cümle, tüm kuralların ötesinde, imkansızdı.

Gitmeliydi.

Neden bilmiyordu ama orayı bir an önce terk etme ihtiyacı güdüyordu. Sanki kalırsa çok yanlış bir şeyler olacak gibi hissediyordu. Üstelik hemen yapmalıydı bunu.

Düşünmeden, yakıcı soğuğa aldırmadan, hızlıca çıkardı kıyafetlerini. Tüm o kumaş ve hayvan derisinden kurtulmak o kadar kısa sürmüştü ki! Sahi, giyinirken neredeydi bu hızı!

Dönüştü. Boz postu gözler önüne serildi ve dört ayağının üstüne iner inmez koştu.

Önünde bulunduğu dağın, yanında uzanan nehrin ötesinde, daha yükseklere uzanan, üzerine bembeyaz bir yorgan gibi kar örtülü dağa doğru koştu.

O'nu hissediyordu. Eşini, Gulf'u hissediyordu. Endişesini de...

Lakin durmadı. Duramadı. Koştu... Koştu... Koştu...

Gulf eşinin, şu anda yaşadığı şeyi hayal dahi edemeyeceğinin farkındaydı. Ne denli bir gücün, ne denli bir şiddetle, ne denli ani bir şekilde onu vurduğunu, bu gücün ne denli sarhoş edici olduğunu düşünemiyordu bile. Belki de en doğru karar ondan uzak durmak, yalnız kalıp bu yeni kudretini hazmetmesini beklemekti.

Bir süre öyle de yaptı. Bekledi. Tüm endişesini yutup, Negül'Ün ani hikmetiyle vuku bulan gün, kayboluncaya kadar bekledi. Lakin daha sonra, tam da korkularına yenik düşüp zaten alfanın peşine düştüğü sırada hissettiği şeyle emin oldu; Mew ona gitmesini bekliyordu. Çünkü Gulf, Mew'in tam olarak nerede olduğunu, nereye gitmesini gerektiğini biliyordu. Aralarındaki bağın en kullanışlı getirisi, belki de buydu.

Sevdiği adamın ona ihtiyacı vardı.

Beklemenin lüzumu yoktu.

Ama kurda dönüşmedi. Yanına hem birkaç kıyafet ve azıcık katık alıp ata binmeye karar verdi.

Ama Oltu'yu almadı. Hayvan zaten yolculukta çok güç kaybetmiş, soğuğa da alışamamıştı henüz.

Soğuğa alışık, Kuzeyli bir at aldı Saj'dan.

İkisi de bunu yapmamalarını gerektiğini fark ettiklerinde ise artık çok geçti...

                                                                  α

Kendine içine attığı mağaraya iki ayağıyla girmişti.

İnsan formunda ve çırılçıplaktı ama bedeni soğuğu hissetmiyordu. Sanki soğuğa karşı duyarsızlaşmıştı. Teni, gözleri alev alev yanıyordu.

Hızla inip kalkan göğsü, sık nefesleri, burnundan bir boğanınkiyle yarışacak denli koyu çıkan buharı eşliğinde içinde dört döndüğü mağaranın dışına adımlayıp, kendisini karlara attı. Ne ettiğini bilmeden karların içinde yuvarlandı. Yanıyordu. Yanıyordu, serinlemeliydi.

Bunun yerine ise, neredeyse bir metreyi geçen karı, sırtı toprağa kavuşana değin eritmişti.

Ağaçlara yöneldi.

Çam ağaçları daha gür daha sert gövdelere sahiptiler buralarda.

Yumruğunu sıkıp savurdu.

İlk yumrukta pek bir şey olmadı. İkinci yumrukta ağaç dallarındaki tüm karı silkeledi. Üçüncü yumrukta ağacın gövdesi çatırdadı. Dördüncü yumrukta daha da çatırdadı. Beşinci yumrukta ağaç büyük bir gürültüyle devrildi.

Kızılkaya DestanıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin