Elizabeth ile olan sohbetimiz beklediğimden de iyi hissettirdiğinde elimde olmadan bazı şeyleri sorgularken bulmuştum kendimi. Bu zamana kadar pek arkadaşımın olduğunu söyleyemezdim. Bir tek Jenny vardı ve o ailemin bana dayattığı bir arkadaşlıktı. Onunla birbirimize sadece aşinaydık. Birbirimizin yanında olduğumuz zaman sadece anlamsız sohbetler içinde olurduk. Beni alakadar eden en ufak bir konuyu bile bilmezdi. O her şeyini bana anlatırdı ama belki de babamın beynime kazıdığı yazısız kuralları o kadar derine işlemişti ki kendimi ondan da soyutlamıştım. Bunun suçlusu Jenny değildi fakat ben de değildim.
Calum'ın hayatıma girmesiyle birlikte dolaylı yoldan Michael, Luke ve Ashton da girmişti. Fakat onlarla Calum'ın nezarete atıldığı zamanlar haricinde konuşmuşluğum bile yoktu. Ama şu an, çevrem tanıdık veya tanımadık birçok insanla doluyken, sanki içimdeki bambaşka bir boşluğun da yavaş yavaş dolmaya başladığını hissedebiliyordum. Arkadaşım yoktu. Buradaki insanların arkadaşım olduğunu da söyleyemezdim ama ilk defa yalnızlığın içimdeki baskısı bu kadar belirginleşmişti. Yeni insanlar, babamın beni sakındığı şekilde tehlikeli olabilir miydi? Onlar arkadaşım mıydı? Yoksa sadece hayatımdan geçip gidecek olan kısa bir süreliğine gelen turistlerden mi ibaretlerdi?
Elizabeth kahvesinden sonra eline aldığı birayı yudumlarken, aynı zamanda mutfakta bize katılmış olan Michael ve Harry'nin sohbetlerini dinliyordu. Arada onlara yorum yapıyor oluşundan konuya hâkim olduğunu anlamıştım ama konuya iki gün sonra yapılacak olan buluşma dışında ne olursa olsun yabancı kaldığım büyük bir gerçekti. Bu yüzden sessiz kalmayı tercih ediyordum. Bu da benim konuşulan konudan tamamen kopmama sebep olmuştu.
Hemen önümde masada öylece duran telefonuma dokunup ekranı açtığımda saatin daha yeni farkına varıyordum. Vakit beklediğimden hızlı ilerlemiş, neredeyse okulun bitiş saatine gelmiştik. Oturduğum yerden usulca kalktığım sırada Elizabeth'in bakışları bana döndü. Nedensiz yere açıklama yapma ihtiyacı duydum.
"Eve gitmem gerek. Calum'ı uyandıracağım." Elizabeth'in kaşları havaya kalktığında hafifçe mırıldandı.
"Seni diğerlerinden biri bırakabilir." Harry ile konuşan Michael'ın dikkati bir anda bize döndüğünde kıkırdadığını duydum.
"Evet, Calum buradayken onu eve biz bırakalım da uyanınca hepimizin canına kastetsin." Elizabeth ona gözlerini devirdi.
"Bir süreden sonra alışıyorlar. Sonsuza kadar kendileri koşamaz." Konunun alt metnini anlamamıştım ama bu sözleri Harry'nin kaşlarını çatmasına sebep oldu. Konuya daha fazla dalmamak adına mutfaktan çıktım ve sessizce Calum'ın odasına girdim.
Hâlâ bıraktığım yerde kısmen bıraktığım gibi uyuyordu. Kısmen diyordum çünkü onu bırakırken yüzünde bulunan hafif huzurlu ifadenin yerini oldukça rahatsız bir ifade almış ve alnını ufak terler kaplamıştı. Bu görüntü benim de kaşlarımın çatılmasına sebep olurken usulca yatağa tırmandım.
Kısık bir sesle homurdanışından ve kaşlarını iyice çatışından kâbus gördüğünü anlamıştım. Fakat sıkıntı şuradaydı ki, Calum'ı ilk defa kâbus görürken görüyordum. Babam yüzünden kâbuslar benim yol arkadaşlarım sayılırdı ama Calum'ın mizacından mıdır bilemem rüya bile gördüğünü düşünmezdim.
Tam yanına dizlerimin üzerine oturduğum sırada öylece ona baktım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bu yüzden en iyi seçenek yanında çarşafı sıkan elini tutup ona seslenmek gibi geldi.
"Calum," Fısıldadığım sırada başı diğer yana düştü ve daha belirgin bir homurdanış dudaklarından döküldü.
"Bebeğim," Üzerine eğilmiş olduğumu sıcak nefesi yüzüme vurunca fark etmiştim. Boşta kalan elimi dolgun yanağına koydum ve orayı okşarken daha yüksek sesle konuştum.