22

2.4K 95 57
                                    

"Hadi ama! Gerçekten bu kadar uzatacak mısın?" Gözlerimi yoldan çekmezken, o arabayı sola kırınca izlemeye devam ettiğim ağaçları inceledim. Avusturalya'da, hatta Sydney'de umduğumdan çok daha fazla ağaç çeşidi vardı. Oysa bizim evimizin oralarda genellikle tek çeşit ağaçlar bulunurken, şehrin bu kısımları oldukça farklıydı. Gerçi evden veya okuldan başka bir yere gitmezdim ki. Bilmiyor olmam normaldi.

"Bebeğim..." Calum'ı otuzuncu kez görmezden gelmeyi başarmıştım. Lanet olası, morartmadığı yerimi bırakmamıştı ve elinde Mali'nin fondöteniyle çıkıp geldiğinde yerin dibine gireceğimi sanmıştım. Bugün Mali'nin fondöteni ile halledebilirdim ama diğer günler ne yapacaktım? Tanrı aşkına, benim fondötenim bile yoktu!

"Sevgilim, bak, kahvaltı mekanına gelmek üzereyiz." Onu yeniden duymazdan geldim. Onun boynundaki iz geçmişti bile!

"Ariel, sinirlenmeye başlıyorum. O kadar büyütülecek bir şey değil, sadece birkaç morluk o kadar. Hem bak bende de var, sesimi çıkarıyor muyum?" İşte bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Hışımla ona dönüp avazım çıktığı kadar bağırdım.

"Senin boynunda iz bile kalmadı! Bir de benim hâlime bak!" Ben ona bağırdığımda zaferle gülümsedi ve gözleri bana ufak bir bakış attı.

"İstersen yeniden orayı morartabilirsin, bebeğim. Emrine amadeyim, biliyorsun." Sinirle ona vurdum.

"Arsızlığı bırak!" Derin bir nefes aldı.

"Sen de bağırmayı bırak o zaman." Sırtımı sertçe koltuğa yasladım ve birkaç derin nefes alıp sakinleşmeye çalıştım.

   Bir müddet sessizlik ortalığa hâkim oldu. Fakat Calum son bir virajdan döndükten sonra arabayı bir restoranın önünde durdurdu. Bedeni bana döndüğünde gözlerim restorana takılı kalmıştı. Çok büyük bir yer sayılmazdı. Ama adını ya da mekânı ilk defa görüyordum.

"Sakinleştin mi?" Ona bakmadan başımı salladım.

"Evet ama bu sana olan sinirimin geçtiği anlamına gelmiyor." Başını salladığını yandan gördüm.

"Pekâlâ, gönlünü alacağım." Gözlerimi devirmeden edemedim.

"Nasıl? Bu izleri saniyesinde geçirecek bir ilaç mı biliyorsun?" Gülümsemesi yüzüne yansırken konuştu.

"Hayır ama donutlara ne kadar bayıldığını biliyorum." Bakışlarım ona döndüğünde başıyla önünde durduğumuz mekânı gösterdi.

"Ve seni Avusturalya'daki en iyi donut yapan yere getirdim." Şaşkınca binaya baktım.

"Emin ol yedikten sonra fikrin değişecek." Omuz silkip arabadan inince Calum da beni takip etti ve arabayı kilitleyip yanıma geldi.

   Tek kolunu omzuma bıraktığı zaman bir anlık kalbim tekler gibi olmuştu. Tanrım, bu duruma asla alışamayacak gibiydim.

   Restorana girdiğimiz zaman sadece birkaç masa doluydu. Calum beni cam kenarında bulunan bir masaya yönlendirdiğinde, yaşlı bir kadın gelip gülümsedi. Büyükanneme benziyordu.

"Selam, Dorroty, bugün nasılsın bakalım?" Anlaşılan burası Calum'ın sürekli geldiği bir mekandı. Kadın ellerini iki yanına koyarak hesap sorarcasına konuştu.

"Sen gelmeyi bırakana kadar gayet iyiydim, kötü çocuk!" Calum koltuğunda arkasına yaslanırken aynı zamanda omuz silkmişti.

"Ufak bir hücre meselem vardı. Gelemedim." Kadın elindeki havluyu Calum'ın kafasına geçirdi ve bu hareketi beni güldürdü.

"Asla uslu durmazsın, değil mi?" Calum ona gözlerini devirdiğinde Dorroty beni fark etti.

"Oh, bu güzel kız da kim?" Ben tam ağzımı açacakken, Calum benden hızlı davrandı.

THORN / c.hHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin