Bir insanın güzelliğinden, duruşundan, fikirlerinden ya da fiziğinden ziyade sadece varoluşuna âşık olabilir miydik? Bize dokunmasına bile ihtiyaç duymadan, sadece aynı odada bulunması bile hem zihnen hem de bedenen bizi rahatlatabilir miydi? Ya da en basitinden, bir insandan bir süre uzak kaldıktan sonra, aynı ortama girdiğinizde içinizde oluşan sıcaklık, o olmadığı zamanlarda oluşan buz gibi hissiyatı anında kesebilir miydi?
Tam da şu anda, ömrümü yoluna adayabileceğim insan bir köşede sessizce sohbet ederken, içinde bulunduğumuz odada ya da onun karşısında onu dikkatle dinleyen kişilerin kim olduğunun zerre önemi yoktu. Gözlerim birçok insanın bulunduğu bu odada inanamayacağım bir şekilde onu görmeye odaklanmıştı. Sanki, sadece ona baktığım an her yer aydınlık ve onun olmadığı yerler olabildiğince karanlıktı.
Gerçi, gözümün onu görmediği her saniye benim için zifiri karanlıktı.
"Calum." Adımın seslenilmesiyle irkilerek bana seslenen kişiye döndüm. Ashton, ona verdiğim bu tepkiye karşılık bir müddet kaşlarını çatmış olsa da sonrasında kime dalmış olduğumu anladığında kendini toparlamış ve devam etmişti.
"Bizimkiler her duruma karşılık bir silah talimi yapsak iyi olur diyor. Jon buradaki arkadaşlarından birkaç tane silah ayarlamış, Michael Luke ile birlikte almaya gitti. Yaklaşık 1 saat sonra talim alanına gidelim diyoruz." Gözlerim hızlıca elimdeki telefona kaydığında ve saatin öğleyi bulduğunu gördüğümde, okulun bitimine daha iki saatten fazla olduğunu fark ettim.
"Ariel'i bırakacak mısın? Seni bekleyebiliriz." Ashton yeniden konuştuğunda, nihayet telefondaki gözlerim usulca kalkmış, bana pür dikkat bakan Ashton'a geri odaklanmıştı.
"Aslına bakarsan, Ariel'ın da bizimle gelmesini istiyorum." Gözlerim odanın diğer ucunda, yüzündeki ufak gülümsemeyle Elizabeth'i dinleyen Ariel'a kaydı. Neler yapabildiğini merak ediyordum.
"Dostum, bu iyi bir karar mı emin değilim..." Geri Ashton'a döndüğümde hızlıca devam etti.
"Yani, onu Death Cave'de götürdüğümüzde kız resmen korkudan titriyordu. Şimdi işin içine silahlar girecek ve bu onun için nasıl olur-" Devam etmesine izin vermeden sözlerinin arasına daldım ve başımı iki yana salladım.
"Sorun olmayacak, güven bana." Ashton, bana ne derse desin fikrimin değişmeyeceğini bildiğinden başını sallayarak susmayı tercih etti.
Ben de usulca Ariel, Elizabeth ve Zayn üçlüsüne doğru ilerlediğim sırada geçen sohbeti az da olsa yakalayabilmiştim.
"Juilliard için seçmelerin zor olacağını düşünmüştüm ama sonrasında öyle bir eğitim sürecine giriyorsun ki, keşke seçmelerden kalsaydım da bu okula gelmeseydim diyorsun. O derece zorluyorlar." Elizabeth'in sözlerine karşı Zayn'in dudaklarına ufak bir gülümseme döküldü. Ben Ariel'a iyice yaklaşıp tek kolumu beline doladığım sırada, Ariel'ın da beklediği temas buymuşçasına bedeni benimkine yaslandı. Ah, onu nasıl da özlemiştim.
"Benim pek zorlandığım söylenemez." Elizabeth gözlerini sinirle devirip Zayn'e ufak bir bakış attı ve hızlıca konuştu.
"Senin pek derslere gittiğin de söylenemez." Zayn daha çok gülerken, tek kolunu Elizabeth'in omzuna atıp onu kendine çevirdi.
"İhtiyacım mı var?" Elizabeth başını aşağı yukarı salladığı sırada Ariel'ın bakışları bana dönmüştü.
"Evet, günün birinde 4 çocuğumla aç ve açıkta kaldığımızda bu sorunu cevaplayacağım."
Dikkatim ilgiyle bana bakan Ariel'a döndüğünde, gözlerindeki ışıktan mıdır bilinmez, artık dayanamayacağımı anlamıştım. Belindeki tutuşumu sertleştirip onu salonun çıkışına doğru yönlendirdiğimde kısık sesi kulaklarıma dolmuştu.