Okulun iç kısımlarına doğru hızlı adımlarla ilerlerken, bütün bedenimin bir yaprak gibi titrediğine yemin edebilirdim. Kulağım okuldan uzaklaşan arabadayken, gözlerim hâlâ arabayı izleyen Calum'daydı ve muhtemelen araba gözden kaybolduğunda bakışları yavaşça bana döndü. Oturduğu yerden kalkıp bana doğru adımlamaya başlamıştı. O bana doğru gelirken bense okula doğru adımlarımı kesmemiş, bir umut derse yetişmeye çalışmıştım. Fakat okulun iç kapısına yaklaştığım sırada Calum kolumdan tutup beni okulun arka tarafına giden yola çekiştirdi. Sesimin oldukça cılız çıkmasına rağmen yine de konuşmayı becerebilmiştim. Aynı zamanda parmakları bir anda etime öyle bir sertlikte batmıştı ki, elimde olmadan acıyla yüzümü buruştururken bulmuştum kendimi. Ah Tanrım, başa mı dönüyorduk gerçekten?
"Derse yetişmem gerek." Calum bana bakmadan hırladı.
"Sikmişim dersi, yürü." Sertçe yutkundum ve tek kelime edemeden beni yönlendirmesine izin verdim.
En sonunda okulun arkasında kalan, kimsenin olmadığı kısma beni çektiğinde ve bana döndüğünde gözlerinin sinirden kızarmış olduğunu fark ettim.
Kolumu bırakıp bana bir adım yaklaştı ve derin bir nefes alarak konuştu. Sesi sakin çıkmıştı ama biliyordum ki bu sakinliği onun en tehlikeli anlarında ortaya çıkıyordu.
"Dökül." Elimde olmadan yeniden yutkundum ve başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım. Gözleri öyle bir kanlanmıştı ki bu görüntü beni dehşete soktu.
"Bak olaylar düşün-" Benim cümlemi bitirmeme izin vermeden birden bağırdı. Sesinin bu kadar gür çıkmasına karşılık irkilmeden edemedim.
"Ariel, o lanet olası çocuk kimdi ve seni neden okula bıraktı? Sadece buna cevap ver!" Sıkıntılı bir şekilde nefesimi verdim ve direkt asıl problemi söyledim.
"Babam geldi." Gözlerinden bir anda birden çok duygu geçti ve en sonunda kaşlarını çatıp sordu.
"O kimdi o zaman?" Derin bir nefes alıp omuzlarımı kaldırdım.
"Babamın emri altında olan askerlerden biri. Gidecek bir evi yokmuş ve babam da onu yanında getirmiş." Calum'ın bu sefer kaşları havaya kalkarken neşeden oldukça uzak bir gülümseme dudaklarından döküldü. Tanrı şahidim olsun ki, bu gülümsemeyi onda sadece oldukça büyük bir yıkım gerçekleştirmeden önce görebilirdiniz.
"Ne yani, bu puşt sizde mi kalacak?" Tepkilerinden deli gibi korkarken usulca başımı aşağı yukarı salladım. Calum benden bir iki adım uzaklaşırken ellerini saçlarının arasından geçirdi ve yüksek bir sesle bağırdı.
"Bu da nereden çıktı şimdi!" Derin bir nefes aldım ve sırtımı arkamda kalan duvara yasladım.
Önümüzdeki günlerin oldukça yoğun geçeceğini şimdiden tahmin edebiliyordum. Ve beni yoracak olan şey resmen Bermuda Şeytan Üçgeninin ortasında kalmış olmam durumuydu. Bir yanda babam, bir yanda Calum ve diğer bir yanda ise nereden çıktığı belli olmayan David vardı. Ve herkes nedenini anlamadığım bir şekilde oklarını bana çevirmişti.
"Bilmiyorum, tamam mı? Benimle alakası olmayan olaylarda kontrolüm yok." Bakışları bir anda bana döndü ve delici bakışları beni deşti geçti.
"Seninle alakası yok, öyle mi? Madem seninle alakası yok o zaman o piç kurusu neden seni okula bırakıyor?" Omuzlarım düşerken, Calum'a tam şu anda laf anlatmanın imkânsız olduğunu bilsem bile yine de şansımı denedim. Lanet olası, zaten kolay olmayan işleri benim için daha da zorlaştırıyordu.
"Derse geç kalacaktım bu yüzden babam ona beni bırakmasını söyledi." Calum bıyık altından bir küfür savurdu ve bana doğru yaklaşıp gözlerimin içine baktı.