Okula doğru ilerleyen şeritler önümde bir hayalmiş gibi akıyorken, onları görmekten aşırı derecede uzaktım. Ne bastığım gaz pedalı aklımın herhangi bir ucundaydı, ne de hareket ettirdiğim direksiyonu gözüm görüyordu. Lanet gibi başıma çöken geçtiğimiz 5 günle birlikte, elimde kelimenin tam anlamıyla koca bir sıfır vardı. Çünkü bu günler içerisinde hiçbir koşulda Mason olayında bir adım ilerleyememiş, adamın en ufak izini bile bulamıştım. Benimle eşdeğer olarak çocukların da giderek artan gerginliğinin bana yarardan çok zararı dokunuyordu. Sürekli başımda konuşup duran bizimkiler yetmezmiş gibi, bir de yardıma gelenlerin arasında duran Jon her gün başımı şişirebilecek bir konuyu mutlaka bulabiliyordu.
Ariel ve babası konusu da tam bir muammaydı zaten. O konuda ileriye doğru bir adım atabilmeyi geçin, aksine kelimenin tam anlamıyla geriye doğru adımlar atmaya başlamıştım. Sadece çocukların gerginliği değil, Ariel'ın üzerinden bir türlü atamadığı gerginliği de bana kafayı yiyecekmişim gibi hissettiriyordu. Benim babasını ziyaretimden bu yana evlerinde ölüm sessizliğinin yaşanıyor olması Ariel'ın şu anki en büyük kaygısıydı. Çünkü onun söylediklerine göre, bu sessizlik asla hayra alamet olamazdı. Eğer eve böyle bir sessizlik hakimse sonrasında o evde mutlaka babasından gelen bir meseleyle alakalı patlama yaşanır ve o sessizliği mumla arayacak konuma gelirdiniz.
Babası hakkında onunla görüşmüş olduğum hâlde en ufak bir fikrim bile yoktu. Ariel'ın anlattığı kadar tehlikeli bir adama zaten benziyordu fakat gözlerinde daha önce görmediğim bir şey vardı ve ben bunun adını bir türlü koyamıyordum. Ariel'ın üzerinde kurduğu hakimiyet ve beraberinde benim takıntı olarak adlandırdığım duygular normalin çok fazla üstündeydi. Bunun Ariel'a senelerce getirisi çok ağır olmuştu ve dolaylı yoldan şu an bize ne getireceğine dair en ufak bir tahminimiz bile yoktu. Nedenini bilmediğim bir şekilde o adama güvenemiyordum. Ariel'ın da dediği gibi beni bu kadar kolay kabul edişinin altında mutlaka bir sebep yatıyor olmalıydı çünkü yaptığı tüm hareketler o adamın varoluşuna zıt olan hareketlerdi ve ben ne olursa olsun bir insanın kolay kolay değişebileceğini düşünmüyordum. Bunun da altında nasıl bir sebep varsa elbet ortaya çıkacaktı ve sonuçta karşımıza neyin çıkacağını asla kestiremiyordum.
Ah, Ariel... Ona ne kadar ihtiyacımın olduğunu anlatmaya kelimeler asla yeterli gelmeyecekti. Yanımda gergin durup beni daha çok germenin bir yolunu bulsa bile, yine de yanımda var oluşu bana yetiyor; bu sıkışık ve zor süreçte nefes almamı kolaylaştırıyordu. Babasının beni tamamen öğrenmesinden sonra, hatta belki de önünde duran ıslak belgeli lanet olası sicilimden sonra, Ariel'ın odasına gidip gelmelerim de sinir bozucu bir şekilde azalmıştı. Hatta 3 gecedir babasının yersiz yere gecenin belirsiz saatlerinde Ariel'ı kontrol etmek istemesinden dolayı yanına bile gidemiyordum ve bu durum benim için cehennemden farksızdı. Gündüzleri ve hatta akşamları zaten kıyameti canlı canlı yaşıyor olsam da en azından gece Ariel'ı kollarımın arasına almamla biraz da olsa düşüncelerden kurtulup dinlenebiliyordum. Ve tam şu anda bu elimden alınmışken, ortada dımdızlak kalmış gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum.
Ölü gibi bakan gözlerim kolumdaki saate kaydığında saatin öğleyi bulduğunu ve Ariel'ın çoktan yemeğini yemiş olacağını düşünerek yan koltukta duran telefonumu elime aldım. Okul zaten umurumda bile değildi, en azından Ariel'ı görürsem üzerimdeki bu dalgınlık biraz geçer gibi hissediyordum.
Telefonu kulağıma götürdüğüm sırada sabırsızca telefonun açılmasını bekledim. Aynı zamanda direksiyonu sola kırıp dar bir sokağa girdiğimde okula çıkan bir kestirmeyi seçmiştim. Sonunda telefonun açıldığını duyduğum an, kalbimde kocaman bir sıcaklık belirdi ve tüm gövdeme yayıldı.
"Calum," Sesinde anlamlandıramadığım bir ton varken ben konuşamadan hızlıca devam etti ve ben sesinin neden böyle çıktığını işte o zaman anladım. İstemsizce yüzümde bir gülümseme meydana geldi.