Ne ara uyuduğumu bilmediğim uykudan uyandığımda, bedenimde hissettiğim öncelikli şey dört bir yanımı sarmış olan soğuktu. Ama tek bir yer hariçti. Bacağımın tek bir kısmı alev değmiş gibi yanıyordu. Diz kapağım ile kalçam arasında kalan baldır kısmındaki bir noktadaydı bu yangın. Gözlerimi açıp hemen önümde duran bacaklarıma baktığımda, bacağımın yan kısmında duran Calum'ın geniş elini gördüm. Keşke gece yatarken saten geceliği giymeseydim diye içten içe yakındım. Çünkü saten kumaş pek yerinde durabilen bir kumaş türü değildi ve kalçama kadar çıkmış olan etekleri yüzünden bacaklarım olduğu gibi ortadaydı. Ayriyeten nedendir bilinmez, Calum'ın kucağında yanlamasına yatıyordum ve belimle bacağımı sıkıca tutmuş, beni sarmalamıştı. Ne ara yanından kucağına çıkmıştım bilmiyordum ama ilk defa böyle uyanıyordum.
Calum uyanık olmalıydı çünkü nefesleri düzensizdi ve ara ara göğsünde dinlenen başıma ufak öpücükler bıraktığını hissedebiliyordum.
Dün aramızda geçen konuşmanın ardından ne diyeceğimi ya da yapacağımı bilmiyordum. İlk defa kelimenin tam anlamıyla içimde barındırdığım düşünceleri ona olduğu gibi söylemiştim. Çünkü artık vazgeçmesi gerekiyordu. Ama konuşmuş olmam bile işe yaramamış gibi duruyordu. Asla vazgeçmeyecekti ve bu duruma içten içe ne hissedeceğimi bilemiyordum. Bir yanım bırakmasını istiyordu, diğer yanım ise bırakmıyor oluşunun mutluluğunu yaşıyordu. Ve bu durum beni hislerim arasında büyük bir çıkmaza sürüklüyordu. Her geçen gün kendimi tutmam zorlaşırken, onun artık bana yakınlaşmaya başlamış olması beni fazlasıyla afallatıyordu.
Bu zamana kadar Calum'ı tanıdığımı, takıntısı olduğumu ve ben istemediğim müddetçe bana gereğinden fazla yaklaşmadığını dile getirip durmuştum. Fakat artık durum böyle değil gibi duruyordu. Çünkü artık istemiyor oluşum onu durdurmuyordu ve bu durum beni hem zihinsel, hem de fiziksel olarak yoruyordu. En çok da bir gün kendimi tutamayacağım diye korkuyordum.
"Günaydın, Tanrıçam." Bir anda sesini duymuş olmam irkilmeme sebep olsa da, derin bir iç çekip kendime gelmeye çalıştım. Neden hâlâ kucağında durduğum hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Belki de bedeninin ısısı hoşuma gitmişti ve buradan uzaklaşmak istemiyordum. Ama uzaklaşmak zorundaydım.
"Tanrıçam mı?" Calum'ın göğsüne yaslanmış olduğum için kıkırtısı bedenimi hafifçe sarstı.
"Evet, çünkü sen benim inandığım her şeysin." Sadece nefesim kesilmişti. Başımı göğsünden çekeceğim sırada çevremde sarılı kolları daha da sıkılaştı.
"Biraz daha kal." Nefesimi verdim ve kucağımda duran geceliğin eteklerini bacaklarıma doğru çekiştirip açıkta olan bacaklarımı örtme gibi bir çabaya giriştim. Zaten halihazırda göreceğini görmüştü ama daha fazlasına izin veremezdim. Calum yeniden fısıldadı.
"Benden rahatsız olmaktan bir türlü vazgeçemedin." Gözlerimi devirdim ama göremedi.
"Buna alışmamı bekleme." Calum'ın başını iki yana salladığını, başımın üzerinde duran dudaklarından hissetmiştim.
"Zamanla öyle şeylere alışacaksın ki, buna sen bile şaşıracaksın." Nefesim kesilirken, aklımdan bazı ihtimalleri silmeye çalıştım. Çünkü düşünürsem kafayı yerdim. Çünkü düşünürsem düşündüğüm şeylerin olabilecek olması beni her an diken üstünde tutardı. Tam ağzımı açmış konuşacakken, bu konuyu kapatmak istediğini belirtircesine başka bir konuya geçti ve konuşmama izin vermedi. Karşı çıkacağımı düşünmüştü.
"Bugün neler yapacaksın?" Ah, bugün Michael gelir miydi bilmiyorum ama birkaç uyuşturucu satıcısını bulup ölen adamı araştırmam lazımdı. Fakat Calum'a bunu yapacağımı söylemek ne kadar sağlıklı olurdu onu bilmiyordum.