Saatin alarmını duyduğum ilk anda, gözlerimi açar açmaz yataktan fırladım. Hızlı hareketlerle dolaba ilerleyip içinden eşofman takımlarımı aldıktan sonra giyinirken de elimi hızlı tutmak zorundaydım. Babamın odaya girmesine yaklaşık üç dakika kalmıştı. Eğer odaya girdiğinde beni hazır bulamazsa bu benim için sıkıntı demekti, çünkü dünkü koşuda yaklaşık 2 aylık uğraşın sonunda onu geçebilmemin sonucu bugün bir seviye üste çıkacağımızı söylemişti.
İki dakika.
Hızlıca üzerime geçirdiğim tişörtün üstüne ceketi giydim ve fermuarını çektim. Ayağıma çoraplarımı geçirdiğim sırada bir gözüm masada duran saatteydi.
Bir dakika.
Hızlı adımlarla masanın önüne geçip tarağımla karışmış saçlarımı taradıktan hemen sonra sıkı bir şekilde onları arkamda topladım.
Ve babam bir anda odaya girdi. Soğuk gözleri üzerimde dolaşırken, sesimi çıkarmadan onu bekledim. Elindeki mataraya benzer şişeyi birden bana doğru attı ve ben şişeyi havada kaptığım sırada sert ses tonu odayı doldurdu.
"İç onu. Bugün koşu biraz daha uzun sürebilir." Biliyordum, dün söylemişti. Hazırlıklıydım. Sanırım.
Başımı sallayıp şişenin kapağını açtım ve içindeki portakal suyundan büyük bir yudum aldım. Aynı zamanda odadan çıkan babamın adımlarını takip etmeye başlamıştım. Merdivenlerden kapıya yöneldiğimizde babam seri hareketlerle ayakkabılarını giyerken, ben de bir yandan portakal suyunu içmeye devam edip ayakkabılarımı giymeye çalışıyordum. O sırada babam içeride olan anneme seslenmişti.
"Falicia, çıkıyoruz!" Annem birkaç saniye sonra odalardan birinden çıkıp yanımıza geldi. Babam ceketini giyerken annemi gördüğü an yüzünde ona herbaktığında ortaya çıkan gülümseme oluşmuştu. Annem ona doğru gözleri ışık saçarak gelip parmaklarının üzerinde yükseldi ve ona kısa bir öpücük verdi.
"Dikkatli olun. Siz gelene kadar kahvaltıyı hazırlamış olurum." Babam ona başını salladığı sırada, tek kolunu annemin beline doladı ve eğilip boynunu öptü. Onu ne zaman görse bunu yapardı.
"Bugün biraz uzun sürebilir." Annem gözlerinde aynı ışıltıyla bana bakarken sessizce konuştu. Sessiz olmaya çalışıyordu, fakat çoktan duymuştum.
"Onu çok zorlama, Abel. Daha çok küçük." Babam annemin başını da öptükten sonra onu bıraktı ve bana baktı.
"Yeterince büyük." Sesimi çıkarmadan onu beklerken, bana ufak bir gülümseme gönderdi ve kapıyı açtı.
"Hadi bakalım." Dışarı çıkıp bahçeye adımladığımız sırada, babam tek omzumu tutup hafifçe sıktı. Bu dikkatimi ona vermem gerektiğinin işaretiydi.
"Dün beni geçtin. Bugün de geçebilecek kadar şanslı olabilecek misin bakalım?" Elimdeki çoktan bitmiş portakal suyu şişesini yanından geçtiğimiz çöp kutusuna attığım sırada başımı kaldırıp babama baktım. Beni her konuda fazlasıyla zorluyor olsa bile ona tapıyordum.
"Umarım."
12 yaşındaydım. Çocuk olmam gerekiyordu. Ama çocuk olmaktan da bir o kadar uzaktım.
Geniş parka geldiğimizde her zamanki bankın yanında durduk.
"Isın." Hemen başımı sallayıp ayaklarımı banka yasladım ve ısınma hareketlerini yapmaya başladım.
"Seviye atladığıma göre eğitime ne eklenecek?" Babam da ısınma hareketlerini yapıyorken, bana bakmadan konuştu.
"Sana birkaç tane kendini savunma hareketi göstermiştim, hatırlıyor musun?" Heyecanla başımı kaldırıp ona baktığımda, heyecanımı yüzümde görmüştü ve bu onu memnun etmedi.