Her zaman kendimi bilmiş, sınırlarına hakim, ne yapıp ne yapmayacağım konusunda karar verebilen bir insan olmuştum. Ve şu an içten içe boyumdan büyük bir işe karıştığımın da farkındaydım. Ama lanet olsun ki içim hiç rahat değildi. Sydney, küçük fakat aynı zamanda oldukça büyük bir şehirdi ve ben Sydney'in uzak durmaya çalıştığım kısımlarının içine girmek zorunda kalacaktım. Bu benim hem fiziki, hem de ruhani açıdan yara almama sebep olabilirdi ve bu isteyebileceğim son şey bile değildi. Ama yeniden belirtmek zorundayım ki, içim hiç rahat değildi.
Meselenin Calum ile alakası yoktu. Her kim olursa olsun, suçsuzdu ve suçsuz olduğu hâlde cinayetle yargılanıyordu. Eğer gerçek katil bulunmazsa, işin sonu fazlasıyla kötü yerlere çıkacaktı ve bu adaletsizlikti.
Adaletin olmadığı bir dünyada adalet aramak ne kadar mantıklıydı bilmiyordum ama ellerim bomboş oturup beklemektense, en azından çabalamak kendimi biraz da olsa iyi hissetmeme yardımcı olacaktı.
Calum'ın yanından ayrıldıktan sonra kendimi eve kapatmış, Calum'ın evinin birkaç blok ötesinde gerçekleşen cinayet ile ilgili internette bulabildiğim her şeyi incelemiştim.
Edric Mills adında 45 yaşlarında biri, polisler tarafından evinde ölü bulunmuştu. Polislerin olay yerinde inceleme yaptıkları sırada, dikkat çeken bir genç, karanlık bir köşeden olayı izliyorken, baş şüpheli olarak içeri alınmıştı. Tanrı aşkına, herkes her şeyi izliyordu. Calum evine giderken kargaşayı görüp neler olduğunu anlamak için durup bakmış olamaz mıydı? Sinirle başımı iki yana salladım ve evin adresini hızlıca ufak bir kâğıda yazıp çalışma masamdan kalktım. Masanın yanına bıraktığım sırt çantamı koluma atarken, kâğıdı da ceketimin cebine sıkıştırıverdim.
Tüm gece gözüme gram uyku girmemişti. Olayı, buna kimin sebep olabileceğini, ölen kişi hakkındaki her şeye erişebilmek için tüm gecemi ayırmıştım. Kendime çoktan bir plan çizmiştim ve eğer bir aksilik çıkmazsa planı bugün işleme koyacaktım. En azından ben öyle düşünüyordum, ta ki merdivenlerden iner inmez annemle karşılaşana kadar. Bazen onun varlığını unutuyordum ve bu beni fazlasıyla zor duruma sokuyordu.
"Hey!" Annemi görünce bir an durakladıysam bile, bozuntuya vermeden son birkaç adımı da indim ve boğazımı temizledikten sonra konuştum.
"Günaydın." Annem tek kaşını kaldırıp yüzümü inceledi.
"Her şey yolunda mı?" Yutkundum ve yavaş adımlarla kapıya ilerlerken, kapının yanındaki ayakkabılıkta duran ayakkabımı alıp giymeye başladım.
"Evet, neden sordun ki?" Annem başımda dikilirken ellerini göğsünde birleştirip sorgulayıcı bir tavırla konuştu.
"Çünkü dün derse girmediğine dair okuldan bir telefon aldım. Ardından gece nöbetten geldiğimde sana seslendim ama sen beni duymadın bile. Odana geldim bilgisayarında uğraştığın şeyle o kadar meşguldün ki, odana girdiğimi fark etmedin bile. Ve gördüğüm üzere gece de hiç uyumamışsın." Ama gerçekten lanet olsun ya. Ayakkabının diğer tekine geçtiğim sırada paçayı en kolay yırtabileceğim şeye sığındım.
"Bitirme tezi konuları dağıtıldı ve bana fazlasıyla zor bir konu verildi. Beni partner yaptığı çocukta sınıfın en sorumsuz insanı o yüzden tüm yükü tek başıma omuzlanmış sayılırım. Dün gece de araştırma yapıyordum. Dersi de o yüzden ektim zaten." Annem yüzümü iyice incelerken bir an sonra omuzları indiğinde onu ikna etmiş olmama şaşırmıştım.
"Öğretmeninden partnerini değiştirmesini isteyebilirsin, tatlım." Ayakkabımı tamamen giydikten sonra doğrulup annemin yüzüne baktım.
"Zaten defalarca konuştum. Asla fikrini değiştiremedim. Ben hallederim bir şekilde." Annem başını salladıktan sonra ben evden çıkmadan önce hızlıca konuştu.