Bazı alışkanlıkları aşmak zaman alabilirdi. Örneğin; her uyandığında dişini fırçalamadan evden çıkmayan bir insan bir gün bunu yapmadığında o gün içerisinde sürekli rahatsızlık hisseder, keyif alamazdı. Ya da sigara içen bir insanın sigarayı bıraktığını düşünün; kötü olduğunu bilir, ona zarar verdiğinin farkındadır ama bir gün bırakmak istese ne kadar zorlanacağını bilir. Ve aradan aylar geçse bile çektiği ilk nefeste ciğerlerine yayılan rahatlamayla birlikte o alışkanlığı belki de asla bırakamayacağını fark eder. Bunun onu kahretmesi gerekir, değil mi? Fakat bir kere o rahatlama hissini duymuştur artık. Belki de bazı alışkanlıkların geri dönüşü yoktur.
Senelerin ardından elime ilk kez değen silahın ağırlığını hâlâ avucumda hissetmem bundan olabilir miydi? Evin kapısını açtığım şu anda, anahtarın değdiği avuç içimin yanmasının sebebi bu muydu? Ya da omzumdaki nedenini bilmediğim ağırlık ve beraberinde göğsümde hissettiğim rahatlığın yarattığı tezatlık bundan mıydı?
İki sene bir insan için bir alışkanlığı bırakmış olmak için yeterli bir süre zarfıydı. Fakat iki senenin ardından o metalin elimde bıraktığı o aşinalık hissi ve soğukluk, o alışkanlığı bedenimin ve zihnimin memnuniyetle geri kabul etmesi için yeterli miydi?
Peki, tüm bu hislerin çatışmasını içimde hissederken aynı zamanda vicdanen yaşadığım ağırlık da neyin nesiydi? Belki de bu soruların cevabını iki taraftan birini seçmediğim müddetçe bilemeyecektim ve bu seçim ömrüm boyunca bu derece zorlandığım tek seçim olmuştu.
Eve adımımı attığım sırada, bu anı bekliyormuşçasına bir anda babamın varlığını tepemde hissettim. Beni görmeyi beklemenin yanında bir o kadar da beklemiyormuş gibi yüzünde anlamlandırmamın imkânsız olduğu bir ifadeyle bana bakıyordu. Önce kaşları çatılmış, ardından keskin bakışları kolundaki metal saate kaymıştı. Biliyordum ki, beni okuldan almak için dakika sayıyordu ve okulun bitiş saatinden çok önce eve gelmiştim.
"Erken geldin?" Sesindeki soru tınısı beni şaşırtmamıştı. Omuzumdaki çanta kulpunu sıkıca kavrarken başımı kaldırıp gözlerinin içine bakarak onu cevapladım.
"Son ders boştu. Ben de eve geldim işte." Kaşları hâlâ çatılı bir hâlde gözleri bana dönünce konuşmasına izin vermeden hızlıca devam edip sözünü kestim.
"Yorgundum ve gelmek istedim. Tek başıma bir yerden başka bir yere gelebilecek yaştayım. Bunda bir sorun mu var? Hayır, bunda bir sorun olmamalı çünkü burada olmadığın 2 sene boyunca yaptığım tek şey buydu." Babam eminim ki konuşacağım şeylerin bunlar olmadığını biliyordu. Ve yüzüne yayılmasına izin vermediği şaşkınlık ifadesini o tutmaya çalışsa bile ben anlamıştım. Ama benim asıl beklemediğim şey verdiği cevaptı.
"Pekâlâ." Kaşlarım yukarı kalkıp da ona birkaç saniye bakakaldığımda usulca yutkundum ve başımı salladım. Bu konuşmanın burada bittiğini düşünmüştüm ama aynı zamanda biliyordum ki bu konuşma aslında bitmemişti.
Nefesimi verip merdivenlere doğru yöneldiğimde babamın sırtımı yakan bakışlarının ağırlığı çoktan üzerime çökmüştü. Ve her adımda eziyetimi arttıran merdivenler bitip de kendimi zorla odama attığım sırada en sonunda nefes alabildiğimi hissetmiştim.
Çantamı bir kenara fırlatıp yatağıma oturduğumda gözlerim direkt sağ avucuma kaymış ve orada takılı kalmıştı. Görünürde hiçbir şey yokken elimden tüm vücuduma yayılan bu his beni öldürecek gibiydi. Babamın beynime kodladığı tüm gerçeklerin gün yüzüne çıktığını bilmek ve aynı zamanda bundan rahatsız olmak şu an hislerimi biçimlendirebildiğim tek gerçekti. Lanet olası talimler ve dahası gözümün önünden geçiyorken, anılardan bir tanesi gözlerimin önünde patlayınca elimde olmadan anının içine kaydığımı fark ettim.