Sabahın ilk ışıklarıyla haritadaki rotayı takip edererek, kasabanın da kenarımdan geçtikten sonra, yine ağaçların ve türlü türlü çalıların yoğun olduğu bir araziye vardık. Bir süre daha o doğrultuda ilerledik. İçimde fazla yürüyüp bulmamız gereken yeri geçtiğimize dair bir şüphe oluşmaya başladı, çünkü bulunduğumuz yerde bir çeşit yer altı nehrine dair hiç bir iz yoktu. Ağacın birine tüneyip yüksek bir yerden de duruma göz atmak istedim. Dala tutundum ve olabildiğince gözlerimi kısarak etrafa bakmaya başladım.
"Herhangi bir şey görüyor musun?" diye sordu Rüzgâr.
"Sanmıyorum." dedim ve ekledim.
"Fakat, miyobim var. Tam olarak göremeyebilirim."
"Öyleyse bu zamana kadar nasıl gördün?"
"Körüm demedim, Rüzgâr! Miyopum, uzağı göremiyorum."
"İstersen sen de bakabilirsin."
Omuz silkti.
"Belki başka bir yerden bakarım. Bir şey değişeceğini sanmıyorum."
Bir süre düşündükten sonra kaşlarını çattı.
"Peki ya bulamazsak?""Öyleyse bulana kadar, bir kaç gün daha buralarda takılmak zorundayız. Sanırım."dedim.
"Ondan bahsetmiyorum, peki ya hiç bulamazsak... O kadın bize palavra salladıysa?"
Durumu bütünen tekrar düşündüm, tam olarak bir yalancıya benzemiyordu. Bildiği şeyleri hangi sebeple bildiğini tam olarak bilmiyorduk. Her şeyin başındayken tek başına korkarak gittiğim falcıyı hatırladım. Tezat oluşturacak şekilde o falcının söylediği çoğu şey birbirine çelişiyordu.
"Ama söyledikleri kendi içinde tutarlıydı. Sadece bazı soruları cevapsız bıraktı.""Asıl cevaplanmayan sorular, sinsi ve tehlikelidir." dedi Rüzgâr.
Bir süre daha yürüdük, haritaya baktığınızda varmamız gereken yerden daha uzun yürüdüğümüzü sezmemiz zor olmadı. Gökyüzüne doğru umutsuca baktım ve yere çöktüm.
"Eğer öyle bir yer varsa çoktan geçtik bence. Geri dönüp tekrar arasak mı ki?"
"Kasabaya geri dönüp, insanlara soralım."diye yanıtladı.
Başımı sallayarak onayladım.
"Daha mantıklı."Geri dönerken geçtiğimiz yerleri daha detaylı tarayarak kasabaya ulaştık. Maalesef de kayda değer hiçbirşey görünmedi.
Ara sokakladan merkeze doğru ilerlerken internet kafe görmüştüm. Bulunduğumuz bölgeye uydudan bakmak için yakalabileceğimiz sık bulunmayan bir fırsattı.
Tahta kapıyı ittirip içeriye girdik, tezgahın üzerinde uyuklayan adama yarım saat internet kullanımının ücretini sordum ve cebimdeki bozuklukları sayarak masaya bıraktım. Adam da bize "sekiz" numaralı bilgisayarı açtı.Fazla oylanmadan haritalar uygulamasını açıp koordinatları girdik. Kasaba görseli kısmen daha belirgin görünüyorsa da yerleşimin olmadığı bölgelerdeki çözünürlük çok düşüktü ve pek fazla bir şey görünmüyordu.
Ekrana baktım ve gözlerimi ovuşturdum.
"Ee, peki şimdi ne olacak?""Uydudan gözükmüyor demek ki."
"Evet, bariz bir şekilde."dedim.
Bilgisayarın fan sesi kulağıma çalındı. Bir kaç kişi daha içeriye girdi ve dükkanın sahibiyle konuştu. Ekranın alt tarafındaki süreye baktım, zamanın bitmesine hala bir hayli süre vardı.
"Hala vakit var, bakmak istediğin başka bir şey var mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasySırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...