İncecik düzlemin üzerinde yürürken altlarında fokurdayan lavları yoksaymaya çalışıyorlardı. Aşağıdan gelen sıcak hava dalgalar halinde yüzlerine çarpıyoydu. Çok ince bir dengede tutunmak durumundaydılar. Altlarındaki düzlem uzun süre bu şekilde devam ettikten sonra yeniden genişleyececekti. Buradan da aynı dikkatle geçip düz normal zemine varacaklardı.
Yolun sonunda kendilerini buldukları yer de öncekinden pek farklı değildi. Uzaktan başka bir lav birikintisi görünüyordu. Ama bu sefer uçurum yoktu. Birikinti bir nehir gibi uzayıp gidiyordu. Lavlardan çıkan dalgalı ışıklar yer yer yine uçsuz bucaksız taştan tavana yansıyordu. Üzerinde tahtadan bir tekne seçiliyordu. Bu oldukça sürreal bir görüntüydü çünkü mantıken o kadar yüksek sıcaklıklarda tahta yanardı.
Daha yakından incelemek için düzlem boyunca yürüyüp tekneye ulaştılar. Teknenin kıç kısmına yaslanan tahtadan tırtıklı bir plaka sonunda kasaraya çıkıyordu. Teknenin kenarlarına delinmiş metal halkalardan geçen halatlar birleşip kayanın üzerindeki takoza dolanarak bağlanmıştı. Göz atmak için plakanın üzerinden güverteye çıktılar. Yarım ay şeklindeki ıskarmozlara kürekler dayanmıştı. Bu eski zamanlardan kalma bir kadırgaydı.
Küreler tepede dönerek bu ekibe eşlik ediyordu. Havada "s" şeklinde uçuşuyorlar ve farklı yüksekliklerde periyodik hareketler yapıyorlardı. En sonundaysa bir düzlemde sıralanıp tekrar dönme hareketi yaparak bir güç dalgası oluşturdular ve bu güç dalgası kadırgayı yere bağlayan halata çaparak onu kopardı.
Açelya, Rüzgâr ve Deniz bu durumda ne yapacaklarını ararcasına birbirlerine baktılar. Rüzgar geminin arka kısmına doğru yürüyerek tekrar kasaraya çıktı. Yürürken bir ayrıntı gözünü yakalamıstı. Teyit etmek için bir de gözlerini kısarak baktı. Bir an için olsun vardavelaya avuçlarını perçinlemişti. Ani bir hareketle arkasını döndükten sonra güvertede volta atmaya başlamıştı. Deniz ise anlam vermeye çalışırcasına kürelere bakıyordu.
Rüzgâr takılı duran kürekleri durdukları yerden kavradı ve lavlara doğru tuttu.
"Geri dönüyoruz, yoksa bu kürekleri atarım ve bir daha hiç dönemeyiz."
Deniz kafası kafası karışmış bir şekilde Rüzgar'a döndü.
"Ne?! Neden?! Noluyoruz be?"
"Açıklayayım, tekneye el koyuyorum."
Bunu duymasıyla birlikte Açelya derin bir iç çekti ve gözleini devirdi.
Deniz sakin kalmak istese de bu koşullarda artık bunun pek mümkün olmadığının farkına varmıştı.
"Hep olumsuzluklarin barışçıl şekillerde çözülmesinden yanayımdır, bu yüzden bazı şeylerin yeterince üzerine gitmemiş olabilirim."
Sakinliğini kaybederek devam etti.
"Ama bu yaptığının mantıklı bir sebebi yok, ve dediğin şeye izin vermeyi düşünmüyorum."
"Bırak, ne istiyorsa yapsın."diye mırıldandı Açelya belirsiz bir tondan.
Deniz kafası karışmış bir şekilde Açelya'ya baktı.
"Nasıl yani?"
"Hem böylece neyin peşinde olduğu da anlamış oluruz." Dedi Açelya ve Rüzgâr'a sorumlu tutarcasına baktı. Rüzgar bu duruma omuz silkerek karşılık verecekti. Açelya ise tekrardan göz devirdi.
Rüzgâr kürekleri kaytan kısmından tutarak oyuk yerlere geri koydu ve kurek çekerek kadırgayı ayrıldıkları yere geri yaklaştırmaya başladılar. Kürekleri çekmek su yüzeyinde bile zorken ağır lavların içinden geçen küreklerin hareket ettirmek daha da fazla direnç gerektiriyordu. Kıyı çizgisine vardıklarıda Rüzgar ivedikle tekneden atlamıştı. Deniz ise gergin bir şekilde kadırganın bağlama halatı rulosını açarken bir taraftan da etrafı kolaçan ediyordu. Açelya da tekneden indi. Deniz halatı aşağıya sarkıttı.
"Bağlayabilir misin?"
Açelya düşünceli bir suratla konuştu.
"Basit bir düğüm atabilirim sanırım."
Dediği gibi yaptıktan sonra ipi takozun çevresine sararak bir düğüm daha attı.
Deniz de tekneye son kez göz attıktan sonra aşagıya indi. Rüzgâr'in gittiği yöne doğru yürümeye başladılar.
"Şu zamana kadar anladığım kadarıyla göründuğü kadar kötü değil. Sadece metodları fazlasıyla..."
Doğru kelimeyi bulmak için bir süre düşündü Açelya.
"...sorgulanabilir."
Kaşlarını çatarak Rüzgâr'a gözlerini dikti Deniz.
"Umarım dediğin gibidir."
Nora tutunduğu kayanın ucundan tırmanacak bir yer bakınmıştı. Ama bacaklarının sallandığı kısım herhangi bir çıkıntıya fazla uzaktı. Dahası serçe parmağı tutunduğu uçtan kurtulmak üzereydi. Tediginlikle başını aşağıya çevirdi. Lavlardan gelen sıcaklık saçlarını hafifçe hareketlendirmişti. Hem ne diye aşağıya bakmıştı ki. Destek alabileceği bir düzlem için bacaklararını bir kez daha karşıdaki duvara uzattı. Eli biraz daha kaymıştı. Artık kayaya üç parmağiyla tutunuyordu. Hazin sona kendini hazirlayarak gözlerini yumdu. Kayanın parmakları arasından kaydığını hissetti. Gözlerini daha da sıkı yumdu.
...
Bir dakika, hala neden ölmemişti. Birşeyin bileğini sıkıca kavradığını hissetti. Sıkıca yumduğu gözlerinden birini hafifçe araladı.
Birinin dişlerinin arasından "Hadi ama..." dediğini duymuştu. Bununla beraber gözlerini yaşadığı şaşkınlığın şokuyla irice açtı ve yukarı doğru baktı. Rüzgâr bu açıdan gerçekten dev gibi görünuyordu.
"Cidden daha ne kadar tutabilirim bilmiyorum."
Rüzgâr'ın bu sözü bulunduğu kafa karışıklığı anından çıkmasını sağlamıştı. Artık eskiden bulunduğu yerden biraz daha yüksekte olduğunun farkına vardı. Bir kez daha bacaklarını sallandırdığında ayakkabıları ilk kez bir düzlem ile buluşuyordu. Kayanın ucuna tutunmaktan yara olmuş eliyle Nora'da Rüzgâr'ın bileğini kavradı. Ayağını koyduğu yerden de destek alarak Rüzgâr'ın kendini yukarı çekmesine izin verdi. Böylelikle ince düzleme yeniden çıkmıştı. Bir an bu şekilde bekledikten sonra yeniden harekete başlayacaklardı. Uzun süre durmak bile böyle bir noktada pek güvenilir değildi. Adımlarını ardı ardına attıkça Nora bu cambazlıkta pek de iyi olmadığının farkına varıyordu. Fazlasıyla dikkat istiyordu. Daha şimdiden birkaç kez ayağı kaymış ya da öne doğru yalpalamıştı bile. Oysa yeterince özenli de davranıyordu. Ya da cidden son günlerde fazlaca şey yaşamıstı ve son olarak yaşadığı baş dönmesinden pek de iyi iyileşememişti.
Yine öne doğru yalpaladığı an Rüzgâr çevik bir manevrayla kendisini geriye doğru ittirmişti.
"Ağırlığını arkaya ver." diye tavsiyede bulundu Rüzgâr.
"Deniyorum."diye yanıtladı Nora.
"Ama bu sefer de bastığım yer öne doğru kayıyor."
Bir süre boyle devam ettikten sonra Rüzgâr kızın bileğine uzanıp ellerini kenetledi.
"Adımlarımı izle."
Dediği gibi de yaptı Nora. Böylelikle en tehlikeli kısımîn sonuna geliyorlardı.
"Bu yaptığın cidden..."
Nora elini neredeyse şiddetli bir şekilde sıkı tutan Rüzgar'a şoke olmuş bakışlarla baktı.
"Ya zamanında burada olamasaydım?"
Daima umursamaz, bıkkın ve soğuk görünen, hiç bir şeyi ciddiye almaz gibi gözüken tanıdığı kişi bu muydu diye sorarken buldu kendine Nora. Evet ayrıntılara dikkat eden biri kesinlikle hiçbir şeyi umursamayan biri olmadıgını söylemezdi. Fakat bunu, bu zamana kadar tanıdığı Rüzgâr'ın yapabileceği şeyler arasında olacağını da düşünmezdi. Bunca zamandır rol mu yapıyordu? Elini sıkıca avuçları arasına almış Rüzgâr'a göz ucuyla baktı. Kendine tekrar sordu Nora.
"Kimsin sen Rüzgâr?"
Tehlikeli kısmı geride bırakmışlardı. Normal düzleme çıkmadan önceki son dönemeçteydiler. Sanırım hayatım için en azından bir teşekkür borçluyum diye düşündü Nora.
"Rüzgâr..." diye seslendi.
"Teşekkür ederim."
Bakışlarının tanıdık bir şekilde üzeride sabitlendiğine şahit oldu.
"Bir şey değil." diye yanıtladı Rüzgâr.
Gözleri kendisini yanıltıyor muydu yoksa bu bir gülumseme miydi? İronik ya da alaycı olmayanından. Belki belli belirsiz, fakat gözlerde yansıması görünebileninden.
Düzlemin sonunda Açelya ve Deniz karşılarinda oturmuş onları bekliyorlardı. Deniz hışımla ayağa kalkıp Rüzgâr'a dogru yaklaştı.
"Kızı kayanın ucuna tutunurken görünce yüreğimiz ağzımîza geldi. Neden başından söylemedin ki?"
"Ne fark eder ki. Pek güvendiğiniz biri sayılmam." diye geveledi Rüzgâr.
Deniz sakinleşmek istercesine kıvırcık saçlarını avuçlarının arasına aldı. Ne var ki bu pek sakinlemesine yardimcı olmuş gibi durmuyordu.
"Sence?!"
"Sence bu söylememen gereken bir şey miydi? Antipatik olmak için senin kadar çabalayan birini görmedim." dedi ve hafifçe Rüzgâr'ı omuzlarından tutup sarstı.
Rüzgâr hafifçe ellerini yukarı kaldırdı, her şeyin en başındeki gibi olsaydı durumu bile bu durumu karıştırıp kavgaya çevirmeyeceğini düşündü. Acar'ın durumu farklıydı. Oysa Deniz tanıştıklarından beri dostça davranmaya çalışmaktan başka bir şey yapmamıştı.
"Kim bilir, belkide birilerinin öfkeyle yakama yapışıp hesap sorması hoşuma gidiyordur." dedikten sonra durumuna acı acı gülmemek için yanaklarını ısırmak zorunda kalmıştı. Göz ucuyla Nora ya baktıktan sonra ekledi.
"Gerilimi canlı tutuyor."
Fakat daha kötüsü Deniz bu durumu fark etmiş, sorgularcasına kendine bakıyordu. Başını iki yana salladı.
"Sıyırmışsın sen!" demesine rağmen sesi öncekinden sakin çıkmıştı.
Bu sırada Nora soran gözlerle Açelya'ya baktı.
"Ne yaptı ki?"
Açelya tek kaşını kaldırdı ve dudaklarını büzdü.
"Korsanlık... diyebiliriz."
"Nasıl?"diye sordu Nora.
Daha sonra da Rüzgâr'a donüp "Neden?" diye sordu.
Açelya hafiften Rüzgâr'ı taklit ederek:
"Tatlım, eğer sen bu arkadaşı anlamıyorsan, inan bizim hiç şansımız yok."
"Lütfen bana tatlım deme. "diye mırıldandı Nora.
Teknenin olduğu tarafa döndüklerinde her şey bıraktıkları gibiydi. Takoza düğümlenen halatı çözdükten sonra halatı toplayıp tahtadan kadırganın üzerine geçtiler. Nora lavların üzerinde duran bu tahtadan taşıtı incelerken merakla aşagıya bakıp lavlara değen kısmını süzdü. Küreler, taştan mağaranın içinde süzülürken, lavların üzerinde yüzen kadırgaya önderlik ediyorlardı.
Şimdilik yeterince yorulmuş olan dörtlü; güvertenin üzerinde, alalade ve dağınık bir biçimde oturma düzenine geçmişti.
"Peki, şimdi nereye gidiyoruz?" diye sordu Deniz. Karargahta dış dünyadan uzun süre uzakta kalan kendisiydi. Belki diğerleri daha başka şeyler biliyor olabilir diye sormuştu bu soruyu.
"Doğrusu, bu artık tahmin yürütme menzilimin dışında kalıyor." diye yanıtladı Nora deneyimlerine dayanarak. Bildiği her şeyi daha önce aktarmıştı. Peren daha fazlasını biliyorsa bile "Bunu anlatmam doğru olmaz." gibi gizemli bir bahanenin adına sığınarak bahsetmemişti.
"Şimdilik akıntı nereye götürürse oraya..." dedi Rüzgâr ufku işaret ederek ve devam etti.
"Her gittiğimiz yer bir öncekinden daha beter olduğuna göre umudunuzu fazla yükseltmeyin."
"Aah, hadi ama!"diye isyan etti Deniz.
"Sözlerini fazla ciddiye alma, genel olarak moral bozucudur."diyerek açıkladı Açelya. Nora ise bunu başıyla onaylamıştı.
"Daha çok realist bir yaklaşım." diye kendini savundu Rüzgâr.
"Arada iyimserliğe de ihtiyacimız olsa da, ortamı en kötüsüne hazırlıklı olmaya çağırmanı yine de takdir ediyorum."dedi Deniz uzlaşmacı bir tondan.
"Takdirin için teşekkür ederim."diye yanıtladı Rüzgâr.
"Ama fevri davranışını unuttum sanma." diye savunmaya geçse de daha sonra ciddiyetini koruyamayarak gülümsedi.
"Biliyor musun aslında bir ara sana haddini bildirmeyi falan düşünmüştüm. Niye böyle olduğu hakkında hiçbir fikrim yok."
Rüzgâr bu sözün üzerine ellerini iki yana açarak omuz silkti.
"Görünüşe göre kazara arkadaş edindim."ded.Deniz bu sözun üzerine parmaklarını şıklattı."Hepimiz arkadaş mıyız şimdi?"
Rüzgâr memnuniyetsiz bir suratla konuştu.
"Öff, öyle bir şeyler işte."
Deniz tek kaşını kaldırarak yanıtladı.
"Tiksintin suratına vuruyor Rüzgâr."
Bu sözün üzerine herkes kıkırdadı.
Daha sonra Açelya ağzını kapatarak hafifçe esnedi. Ve ardından bu uykululuk hali herkese bulaştı. Uyumak için köşeye çekilmeye karar verdiler.
Lavların ışığı mağarayı, mağaranın duvarlarından yansıyan ışınlar ise tekneyi aydınlatıyordu. Tahtadan tekne, sarkıt ve dikitlerin arasından geçerken gölgeler birbiri ardına uzuyordu.
Böyle devinimsiz anın içinde Rüzgâr güvertede, küpeşteye yaslanmış şekilde lavları izliyordu. Işıma yapan alacalı çizgiler paralel şekilde dalgalanıyordu. Ama dikkatini verdiği şey bunlar değildi. Uzun zamandır geçirdiği en kaygısız anları yaşasa da, kolayca uyuyabileceğini öngörmenin fazla iyimser bir tahmin olacağını düşünmesiydi. Bu yüzden gözlerini yumup uyumayı denememişti bile. Böylelikle uyku onu gafil avladığında düşünecek zamanı dahi olmuyordu. Ayrıca lavların saçtığı desenleri izlemenin hipnotik bir etkisi de vardı. Bu sırada güverteden gelen çıtırtılar dikkatini başka yöne çekti.
Nora hafiften dağılmış saçlarıyla güverteye çıkmaya karar vermişti. Rüzgâr gibi uyuyamamış da değildi, belki de fazlaca tetikte hissetmekten gözkapakları yeterince dinlendiğine kanaat getirerek açılıvermişlerdi.
"Uyku mu tutmadı?" diye sormuştu Rüzgâr gelişigüzel.
Nora dağınık olan saçlarını kaşıyarak daha da dağılmasına sebebiyet verdikten sonra:
"Galiba."diye yanıtladı.
Herhangi bir şey söylerken her zamankinden daha tereddütlü hissetmesine rağmen kafasındaki soruları ifade etmekten de geri durmadı.
"Benim orada olduğumu nasil bilebildin?" diye sordu.
Bu soru üzerine Rüzgar yaslandığı yerden hafifçe doğrulup bakışlarını Nora'ya çevirdi.
"Kim bilir, belki çabucak vazgeçmeyeceğini bilecek kadar seni tanıyorumdur."
"Ayrıca gitmeden önce yığdığımız eşyalar görüş açısından kaybolmuştu."
Nora güvertenin kenarına doğru sakin adımlarla yaklaştı.
"Söylesene Nora, bana acıyor musun?"diye sordu Rüzgâr birden. Birkaç parlak kaygısız an, acımtraklığından fazla bir şey kaybettirmemişti.
"Ne, neden?"
Anlık bir afallamanın ardından devam etti Nora.
"Neden sana acıyayım Rüzgâr, sen acınacak bir şey yapmadın. Asıl acınacak olanlar insanlığını kaybedip canavarca şeyler yapanlar olmalı."
Rüzgâr bu sözlerin ardından yüzündeki şaşkınlığı gizlemese de bir süre sonra istemsiz olarak kaşlarını çattı. Ve bu çatmanın sebebi tam olarak öfke değildi.
Bulunduğu yerden güvertenin merkezine doğru adımlamaya başladı Rüzgâr. Sarmal şeklinde birbirlerine doğru yakınlaşmaktaydılar.
"Günün birinde o canavarlardan birine dönüşmeyeceğimi nereden bilebilirsin ki?"
Bu soru üzerine vurucu bir gülümseme gönderdi Nora.
"Kim bilir, belki de dönüşmeyeceğini bilecek kadar seni tanıyorumdur."
Rüzgâr geriye doğru dönerek başını küpeşteye yasladığı kollarının arasına gömdü ve mırıldandı.
"Aklımdan geçenleri bilmiyorsun Nora!"
Rüzgar başını koyduğu tahta sütunlardan lavları izlemeye devam etti. Güvertede tekrardan yanlız kaldığında tahta zemine çöktü. Tüm başından geçenleri düşünürken garip bir şey fark edecekti. Kalbinin olduğu yerden yayılan sızılı bir ılık titreme. Yüzyılların ardından atan bir nabız gibi... Muhtemelen bunca zamandır sakındığı şey.
Avcunu, yoklarcasına göğsüne koydu ve kimsenin duyamayacağı bir şekilde fısıldadı.
"Başım belada."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasySırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...