Yükseltinin fazla olduğu bir bölgeden geçiyorduk. İnce bir pus vardı, havanın ağırlığından nemli olduğu hissediliyordu. Güneş bulutların ardına gizlendiğinden, sadece haresini görünür kılıyordu. Hava normalden daha serindi.
İstasyonda, kayıp odasından çaldığım burnu sivri babetleri çantama koymuş, eski ayakkabılarımı giymiştim; çünkü engebeli arazide yürümek için çok daha rahat ve uygunlardı. Yamacın kenarından geçerken belli belirsiz bir toprak yol vardı. Platonun karşısındaki arazi, yol boyunca önümüzde arz-ı endam ediyordu. Az öteden göğün çalkalanma sesleri geliyordu. Bulutlar karşımızdaki dağın üzerinde birikmişti. Yüzüme orta şiddette bir esint çarptı. Şimşeklerin yaptığı ışık oyununu fark ettim. Uzakta bulunduğum için bulutlar arasındaki akımı çıplak gözle görebiliyordum. Bu manzaranın büyüleyici olduğunu itiraf etmek zorundaydım.
"Orada öyle dikilip durursan sonunda ıslanacağız." dedi Rüzgâr.
Esinti bizden tarafaydı ve yağmur getirecekti. Bundan bahsediyordu.
"Biliyorum, sadece bir an durup bakmak istedim."
"Vakit kaybı..." diye mırıldandı.
Kanımın hafiften öfkeyle kaynadığını hissettim. Dünyayı hep grotesk tarafından görmesi canımı sıkıyordu."Pekâlâ, değerli vaktini nelere harcarsın genellikle?"diye sordum sakince, bunu gerçekten de merak ettiğim için soruyordum.
"Seni ilgilendirmez."
Dudaklarımı büzdüm ve,
"Kabasın." demekle yetindim.
Toprak yol boyunca ilerlemeye devam ettik. Öyle ya da böyle gittiğimiz yol yaklaşan yaz yağmruyla kesişti. Kayalığın altında dinlenirken çantamdan yağmurluğumu çıkardım. Rüzgâr'a bakınadurdum.
"Senin yağmurluğun var mıydı? Yoksa eğer..."derken sırt çantasından siyah, uzun bir tane çıkarıp üzerine giydi. Sırt çantama yağmurluk niyetine kullanılabilecek malzemeler mevcuttu.
Omuz silktim ve onaylarcasına baş parmağımı kaldırdım.
"Gidelim öyleyse."Yamacın kenarında yâğmur yağarken yürüyen uzun muşambalar giymiş iki kişi çok ütopik bir görüntü oluşturuyordu. Yağmurun sesi sakinleştiriciydi, etrafta medeniyetten neredeyse hiç iz yoktu. Ormandaki yabani hayvanların ve kuşların sesi kulağımı dolduruyordu. Önümüzdeki manzara bulanıklaşmıştı ve oyuk kayaların içinde küçuk havuzcuklar oluşmuştu. Uzağa doğru baktığımda yaklaşan gölün beyaz suretini gördüm. Ufka çok yakın olduğu için öyle gözüküyordu. Gölü görmek süpriz olmamıştı. Haritaya bakarken gideceğimiz yolun üzerinde olduğunu zaten farketmiştim.
Sivri bir tepenin ucuna kadar geldiğimizde panoramik olarak, gölün manzarasını görebiliyorduk. Yamacın kenarından aşağıya indik. Toprak gölun tortullu kumlarıyla karışıp incelmeye başlamıştı. Dalgalar açık yeşil renkteki yosunları kıyıya bırakmıştı. Bir süre kıyıdan yürümeye devam ettikten sonra karşımıza gölün ortasından karşı tarafı birbirine bağlayan bir taşıt yolu çıktı. Eğer burdan geçersek gölün çevresinden dolaşmak zorunda kalmazdık. Yolun uzerine çıktım.
"Buradan gitsek, daha hızlı olur mu?"
Rüzgâr omuz silkti.
"Bana farketmez."Hava kapalıydı ve gölü çevreleyen kumlar kırık beyazdı. Böyle bir çehrede kıyıdan, taşıt yoluna doğru saptık. Gölün suyu neredeyse havuz kadar durgundu. Gün ortası olduğundan güneş tepedeydi fakat yoğunluklu bulutlardan görünmüyordu. Onun yerine kuvvetli güneş ışığı bulutlarla birlikte gökyüzünü bembeyaz yapıyordu. Yoldan karşıya baktiğınızda kıyı görünüyordu ama hafif bir sis vardı. Gölün rengi de, hem kumlardan hem gökyüzünden mavimsi beyaz gibi duruyordu. Minimal bir uzayda hiçliğin ortasında yürüyor izlenimi veriyordu. Kollarımı biririne bağlarken üzerimdeki yağmurluk hışırdandı. Yağmur geçip gitmişti ama hala üzerimden çıkarmamıştım. Ufka doğru gözlerimi kısarak baktım.
Biraz daha yaklaştığımızda yolun bir kısmının çökmüş olduğunu fark edecektik. Yolun bittiğini net olarak görebildiğimiz yere kadar yürüdük.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasySırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...