Dizlerimi kollarımla vücuduma kenetlemiştim, yavaşça gördüğüm rüyadan uyanıyordum. Ne gördüğümü hatırlamıyordum. Karanlık bir şeyler işte. Hareket ettiğimde nemli hissettim. Koşulların berbatlığının yarattığı stresten dolayı uyurken terlemiştim. Gözlerimi açmak istedim fakat tereddüteydim. Tüm bunların çalışmadığım bir final öncesi bilinçaltımın komplo merkezinin yarattığı bir rüya olmasını diledim. Bir kabus... Yine de gözlerimi açtım ve yine aynı karanlık. Yeraltında, hücrede birbirine karışan soluk sesleri...
Gardiyanın biri tekrar buraya doğru geliyordu. Amacı neydi? Yemek getirmek, yeni bir tutsak ya da tamamen farklı bir şey... Anahtar hücrenin kapısından girdiği an içimde derin bir kaygıyla beraber bir heyecan dalgası hissettim. Yüksek bir yerden aşağıya bakmayaya benzeyen bir histi. Gardiyan anahtarı çevirdi. Diğer elinden zincirlerin sallanma sesi geliyordu. Gardiyan içeriye girdi. Duraksamadan bana doğru yürüdü. Bahse varırım ne yapacağını biliyordu. Dikkatle üstünü inceledim. Elinde parlayan anahtarı cebine koydu. Yakından bakınca ten rengi neredeyse griydi. Beni sertçe yerden kaldırdı. Kolumu sıkıca tuttu, bu sırada öbür elimi temkinli olarak yana açtım. Zinciri bileğime doladı. Derisi fazla soğuktu. Bu sırada öbür elimle cebine doğru uzanıyordum. Kıvrak biçimde anahtarı ucundan tuttum ve cebinden çekip aldım. Yüzüne bakılırsa hiçbir şey hissetmemişti. En ufacık bir şüphelenme belirtisi bile yoktu ve bu tuhaftı aslında. Elimi zincirin arasından çekiştirmeye çalıştım ama gardiyan onu çok sıkı tutuyordu.
O sırada beklemediğim köşeden belli belirsiz histerik kıkırdamalar yükseldi. Rüzgâr, anahtarı aldığımı görmüş müydü? Bu kadar komik olan neydi?
"Demek yaşamayı böylesine umutsuzca istiyorsun."
"Peh, ne kadar acınası..."
Rüzgar ayağa kalktı ve gardiyana doğru yaklaştı. Sırt çantasını kaldırıp ensesine hızla bir darbe indirdi. Gardiyan yana doğru savruldu ve zemine serildi. Bir anlığına yüz yüze kalmıştık. Şaşkınlıkla gözlerimi suratına dikmişken bunu neden yaptığını anlamaya çalışıyordum. Dağınık saçları hala gözlerinin önüne geliyordu. Ama bu sefer bakışlarını netlikle seçebiliyordum. Gözleri kehribar rengiydi ve ardında hala yanmakta olan korun ışığını belli belirsiz seçebiliyordum. Sanki zahiri bir şeymiş gibi ama oradaydı. Dalgalı kumral saçları boynuna kadar uzundu.
"Nesin sen?" diye fısıldadım.
Gardiyan tekrar ayağa kalktı ve bu sefer Rüzgar'a doğru dönmüştü. Avuçlarıyla onu duvara sabit tutuyor ve zincirleri hazırlıyordu. Var gücümle gardiyanın kolunu ondan ayırmaya çalıştım.
Rüzgar öfkeyle bağırdı.
"Kaçsana aptal!"
"Hayır, yapmayacağım."dedim.
Gardiyanı kolunu biraz daha ayırmaya çalıştıktan sonra pes ettim, bacağına tekme attım ve ayağına çelme takmaya çalıştım. Pek işe yaramıyordu. Sanki gardiyan tamamen demir tenekeden yapılma bir robottu ve sinir hücreleri yoktu. Sonunda bundan sıkılmış olacak ki tekrar bana döndü. Sanırım başka bir yol yoktu.
"Geri döneceğim!" dedim ve kapıya yöneldim.
Rüzgar attığı kahkahaların arasından şunları dedi:
"Kaç, durma ve kaç... Kaç ve hayatın nasıl bir ceza olduğunu gör."
Anahtarı kapının deliğine soktum, çevirdim ve dışarıya çıktım. Upuzun koridorda sıra sıra hücreler vardı. Hücrelerin hiç biri dolu değildi. Koridorun aşağısında yarı açık bir dehliz vardı. Öylece ortadan yürürsem açık hedef olurdum. Dehlize göz atmak için kenara doğru yürüdüm. Buradan koridoru kolayca gözetleyebilirdim ama emekleyerek geçmem lazımdı. Dizlerimi kırdım ve eğilerek içeriye girdim. Rüzgar'ın gardiyanla birlikte hücreden çıktığını gördüm. Nereye gittikleri görmek için onları takip etmeliydim. Fakat yakın takip mesafesini uzun süre koruyamadım. Dehliz son derece alçak ve dardı, fark edilmemem için ses çıkarmamam gerekiyordu ayrıca içi yer yer örümcek ağlarıyla sarılmıştı ve bunun içimi ferahlattığını söyleyemeyeceğim. Gittikleri yolu kaybetmesem işimi görürdü. Biraz daha ilerledikten sonra tanıdık sesler duydum. Bunların Açelya, Acar ve Deniz olduğunu tahmin etmemek imkansızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasySırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...