(∆)Uyanış

141 18 5
                                    

Harmonik hareketlerle ileri geri salınıyordum. Duymaya çalıştığımda gelen sesler boğuktu. Kıyafetlerimin içi kum dolmuştu ve ıslaktım. Dalgaların hışırtısını seçebildim. Islaktan fazlasıydım. Suyun içinde yüzüyordum. Sırtım kum zemine sürtündü ve ben gözlerimi araladım. Gökyüzü karşımda duruyordu ve gerçek olamayacak kadar maviydi. Lütfen gerçek olsun diye temennide bulundum. Ağzımda acımsı tuz tadı vardı. Sonunda kuvvetli bir dalga beni hışımla kıyıya bıraktı. Ellerime baktığımda derim deniz suyu yüzünden büzülmüştü. Ne kadar süredir bilinçsiz olduğumu bilmiyordum. Bu güzel bir rüya değilse artık zindanda değildim. Denememe rağmen yine de kalanları kurtaramamıştım. Karaya vurmuştum, ıslak kumun üzerinde ölü bir balina gibi yatıyordum. Kolumdan güç alarak doğrulmaya çalıştım ama beni taşımamakta ısrar ediyorlardı. Pekala, bunun üzerinde çalışmamız lazımdı. Yan döndüm, tekrar denedim ve zorlukla gövdemi doğrultabildim. Kurumuş dudaklarımı yaladım. Susamıştım hem de çok. 

Karşımdaki kayalıkların üstünde deniz feneri gördüm. Korku filmlerinin aranmaz nesnelerinden biri. Harika! Ayağa kalktım ve topallaya topallaya oraya yürümeye başladım. Bedenim bu haldeyken kayalıklara tırmanmak cidden zorlayıcıydı. Ayrıca nasıl olduysa bileğimi burkmuştum. Sürüne sürüne kapıya kadar geldim ve kapıyı çaldım. 7-8 yaşlarıda bir veletin kapıyı açması benim için sürpriz olmuştu. Beni görünce, aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

"Suu..."

Çocuk içeriye döndü ve:

"Ağabey hani zombiler gerçek değildi?"

İçeriden yaşça biraz büyük bir çocuğun sesi daha geldi.

"Değiller zaten."

"Ama şu an kapımızda bir tane var."

Dişlerimi gıcırdattım. Seni adi velet! Ayrıca cidden o kadar mı kötü görünüyordum.

İçeriden şiveli bir kadın sesi daha geldi.

"Ah be çocuklar, kesseniz ya didişmeyi!"

Kadın kapıya doğru yürüdü ve aralıktan bana baktı. Bu sefer mümkün olduğunda düzgün bir Türkçe'yle:

"Lü... Lütfen, su verebilir misiniz?" dedim. 

Kadın bana söyle bir baktı ve kaşlarını kaldırdı.

"Ne oldu sana?"

"Tekne kazası." dedim.

İçeri gitti ve elinde bir bardak ve sürahiyle geri geldi.  İlk bardağı son derece hızlı içmiştim. Şimdi kendimi az bile olsa daha iyi hissediyordum. Kadına teşekkür ettim.

"Buradan en yakın yerleşim yerine nasıl gidebilirim?" diye sordum.

 "Öğleye doğru yukarıdaki otoyoldan bir otobüs geçer. Ona binebilirsin." dedi kadın.

Yeniden teşekkür ettim ve yukarıya doğru yürüdüm. Yolun kenarında rengi sarıya dönmüş otlar vardı. Aşağıdaki deniz hala görünüyordu ama dalgaların sesi o kadar yüksek duyulmuyordu artık. Hava güneşliydi. Tenime güneş ışığı değmeyeli uzun zaman olmuştu. Yoldan pek sık araba geçmiyordu. Ara sıra denizin esintisi yukarı çıkıyordu. Sonunda yolun ufkunda gürültülü bir otobüs göründü. Beni görünce yavaşlayarak durdu. Kapı açıldı ve basamağa adımını attım.

"Nereye gider bu?"

"Sinekler Kasabası"

"Bu gerçek bir yer mi?"

"Kasabanın ismi 'Sinekler' bayan."

Kuşkusuz bir kasaba için tuhaf bir isimdi ama bunu sorgulayacak durumda değildim. Omuz silktim ve minibüse bindim. Motor büyük bir gürültüyle tekrar çalıştı ve orta yaş kokulu, bol sarsıntılı yolculuk başladı. Dik yokuşu çıktıktan sonra ağaçlık dağların arasından bulutlarla hare hare kaplanmış bir vadi görüldü. Uzaktan mavi bir tabela seçiliyordu.

Adaletin ElçileriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin