Gişe bekçisi elinde anahtarla gelip istasyonun kapısını açtıktan sonra, eşyalarını kaybetmiş turist rolüne bürünerek kayıp eşya odasına girdik. Bunu yapmak için iki sebep vardı. Birincisi aklıma gelen plan için büyükçe bir bavula ihtiyaç vardı. İkincisi hiç tanımadığınız insanların unutulmuş eşyalarını karıştırmak merak uyandırıcı ve eğlenceli bir aktiviteydi. Ve ikinci daha çok kişisel bir sebepti aslında.
Kapıyı aralayıp içeriye girdiğimizde şeçilebilen en belirgin şey odanın uzun süre kapalı tutulmasından dolayı oluşmuş rutubet kokusuydu. Ardından eşyaların kendi sahiplerinin üzerine sinmiş kokusunu silik olarak duyuyordunuz. Girişin yanındaki çıkıntıya gri, uzun saplı kumaş bir şemsiye dayanmıştı. Ciddi bir görüntüsü vardı. Karşı duvardaki askılıkta birkaç tane farklı renkte yağmurluk, pardesüler, şişkin bir çocuk montu ve yine cırtlak pembe bir çocuk şemsiyesi. Yerde ise türlü modelde çantalar yığılmıştı. Oraya doğru yürüyerek uygun bir şeyler bulma umuduyla yığını eşelemeye başladım. Yığını deşerken elim ağır bir şeyin demirden sapını tuttu. Sapına asılarak onu yukarıya çektim. Kırmızı yapay deriyle kaplamış, sert yüzeyli bir bavuldu. İçi ağzına beraber doluydu.
"İşte böyle bir şey arıyordum." dedim ve kararlılıkla yumruğunu havaya kaldırdım.
Rüzgâr durduğu yerden beni kuşkuyla süzdü. Bavulu yere sürükledim ve fermuarı açıp içindekileri çıkarmaya başladım. Tahmin etmesi zor olmayacaktır ki içinde genelde giysiler vardı. Birkaç parça daha çıkardıktan sonra soytarı tipi, burnu sivri osmanlıdan kalma gibi görünen çarık tipli bir babete rastladım. Eski sahibinin bunu kapalı çarşı gibi bir yerde hediyelik eşya satan dükkandan aldığını düşleyebiliyordum.
Dudağını çarpıttım.
"Güzel ayakkabılar..."dedim ve ayağımdaki yıpmarmış çifti çıkarıp sırt çantamı attım. Ardından yeni ayakkabılarımı giyip eksantrik görüntüsünü kısa bir süre seyredaldım. Eşyaları tamamen boşalttığımda Rüzgâr ne planladığını aşağı yukarı çözmüş görünüyordu. Bavulun başında durdu ve:
"Her neyse, bir an önce gidelim şu uğursuz yerden."dedi bezginlikle.
Emekleyerek bavulun içine oturdum ve ardından hesaba katmadığım bir ayrıntı olduğunu fark ettim.
"Bekle, oksijen tüpüne ihtiyacım var. Ya da onun gibi bir şey."
Bavulu duraksamadan sertçe kapattı.
"Şansım belki yaver gider de belki sesini bundan sonra daha az duyarım."
Bavulun çeperinde bir kaç kere panikle vurdum. Ciddi olmadıgını umuyordum.
"Bir dakika, aç şunu."
Ama bavulu çoktan sürüklemeye başlamıştı. Düşündüğüm gibi bilet almaya gitse iyi olurdu.
Gişenin önünde durup bileti aldıktan sonra birkaç defa daha kapağı tekmeledim. Yanıma doğru eğilerek
"Bence oksijenini gereksiz yere harcıyorsun."dedi.
"Buradan çıktığımda bu yaptığını unutmayacağım!" diye bağırdım. Platformun üzerinde bir süre bekledi.
Sonra rayların tıkırdamaya başladığını duydum. Fazla zaman geçmemişti. Rüzgâr bavulun fermuarını araladı. İçeriye giren havayı ciğerlerime çektim. Tren saatlerinin zamanını aklıma getirdim. Çizelgeye baktığımızda sonraki trene en fazla 25 dakika vardı. Bunun büyük bir kısmını kayıp odasında geçirsek, trenin gelmesine her halükarda az zaman kalıyordu. Planımı anladığında bunu bilerek yapmıştı. Fermuarın tırtıklı yüzeyine dokundum, ucundaki demiri parmağımla kavrayıp haraket ettirebiliyordum. Görünüşe göre fermuarı ben de açabilirdim. Bu arsız serseri bemimle dalga mı geçiyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasySırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...