Sabah erkenden uyanıp yürümeye başlamışlardı. Günlerdir uzakta gibi görünen karargah, artık sadece birkaç saatlik yürüme mesafesindeydi. Haritayı detaylı bir şekilde incelemişlerdi. İlk bakışta diğer arazilerden farkı olmayan bu bölgenin altında bir yerleşke olduğunu anlamak dikkatli bir tetkik mekanizması gerektiriyordu. İlk alıkonuldukları zamanda geniş bir salonda tutulurken belki de karargâhın tek gün ışığı aldığı yuvarlak pencereyi uzaktan seçebilmişlerdi. Burayı bulmak bile oldukça diken üstünde hissetiriyordu. Bir zamanki dehşet ve korku dolu anılar artık onlara çok daha yakındı. Pencereye yaklaşıp içeriye kısa bir göz attılar. Bulduklarının gerçekten de onlara aşina oldukları mevzi olduğunu teyit edebilecek kadar uzun, fark edilmeyecek kadar kısa bir süre... Bu tehlikeli durumda gereğinden fazla vakit geçirmenin riskleri her zaman vardı. Ve tam da bekledikleri manzarayı görmüşlerdi. Karargah ayaklarının altında duruyordu. Böylece gerçekten de olmaları gerektikleri yerde buduklarını doğrulamışlardı.
Hancı kadının dediklerini tekrar hatırlayıp gözden geçirirken Nora hafızasını yokladı. Deniz'in bulunduğu pirinç alaşımıyla dökülmüş yapıyı da açabilmişti. Fakat sonrasını hatırlamıyordu. Peren'in onu karargahın içinde olduğunu deklare ettiğini tekrar yüzeysel bir şekilde dillendirmişti. İçeride bir çeşit geçit bulmaları gerekecekti. Asıl mesele ise içeri girebilmekti. Karış karış zeminin şeklini ve toprağın yapısını inceliyolardı. Her bir ayrıntı ipucu niteliğındeydi. İrice bir kayaya rastladılar. Açelya kayanın üzerinde geznirken ceketinin iplerine takılı olan metalden büzme aparatı kayaya çarpmıştı ve beklenileceği gibi tok bir ses çıkmamıştı. Birkaç defa daha kontrol ettiler. Bu kayanın altının boş olduğu anlamına geliyordu.
Rüzgâr bulduğu kalın kütüklerden birinin ucuna sırt çantasındaki sivri gereçlerden birini bağlayıp yüzeyini kırmayı denemişti. İşe yarıyor gibi durmuyordu. Bu yüzden kütük yerine uzunlamasına bir kaya bulup aynı şekilde ucuna keskin gereci bağlamıştı. Bu sefer ise gizleyemediği bir öfkeyle ve hışımla kayaca vuruyordu. Açelya Rüzgâr'a sıyırmış gibi bakarak birkaç adım geride durmaya karar vermişti. Nora da bu durumdan ürkmüyor değildi fakat derinlerde anlamlandıramadığı bir şey iç parçalayıcı derecede hazin duruyordu.
Kayanın anbean çatırdayıp parçalanışına şahit olacaklardı. İşini bitiren Rüzgâr arkaya soğuk bir bakış atarak "Giriyor muyuz?" diye soracaktı.
"Hemen mi?" dedi Açelya birkaç adım daha geri çekilerek.
"Ya yanlış bir yerden içeriye giriyorsak, başımıza ne geleceğini bilmiyoruz Rüzgâr."diye devam etti.
"Bak, istersen tüm araziyi, her dal parçasının altındakini püsürükleri, büyük bir titizlikle arayarak, pek acayip sürreal giriş yolları bile bulabiliriz. Ama hiçbir şekilde içeriye girdiğimiz yerin güvenli olup olmadığına emin olamayız. Arayışa manasızca devam edip sakız gibi süreci uzatmak istiyorsanız buyurun." diye yanıtladı Rüzgâr.
"Peren'i arayıp ekstra bir şey bilip bilmediğini sorabiliriz aslında. Bize telefonunu vermişti." dedi Nora.
Rüzgâr bir süre bıkkın bakışlarla düşündükten sonra omuz silkerek "Pekala."dedi. Fakat telefonun çekmemesi sürpriziyle karşı karşıya kalacaklardı. Onbeş dakikalık bir düşünme süresinden sonra temkinle içeri germeye karar verdiler.
Zemin boruların akıttığı sular sebebiyle nemliydi. Girdikleri kısımdan sonra ise ortalık neredeyse kapkaranlıktı. Bazı yerlerde zayıf mavi ışık veren floresanlar bazı noktalarda ise sönmeye yüz tutmuş meşaleler ortalığı aydınlatıyordu. Her ikisi de düzgünce görebilmek için yeterli gelmiyordu. Rüzgâr, ucu yelpaze gibi sivriltilmiş muştayı çantasından çıkarıp parmaklarına geçirdi ve gardını alarak yürümeye devam etti. Açelya ve Nora da arkadan takip ediyorlardı. Ortalık oldukça sessizdi, ara sıra yere düşen damlaların sesi geliyordu ve en ufacık ses taş duvarlarda boğuk biçimde yankılanıyordu. Köşeyi dönmeden önce duvara zayıf bir gölge düşmüştü. Duraksadılar fakat gölge onlara doğru hareket etmeye devam etti. Üzerindeki cübbenin sülieti duvara düşüyordu. Hızlıca geldikler yere geri koşmak için siper aldılar. Adam köşeyi dönüp onları gördüğü anda işleri bitikti.
Fakat karşılarındaki manzara onları iyi anlamda şaşırtacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasySırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...