Deniz, kalın su borusunun üzerinde sızıntı noktası bulma ümidiyle ellerini gezdiriyordu. Köşeyi dönmeden önceki koridorda yaklaşık iki tane bulabilmişti. Biraz daha ilerledikten sonra eline birkaç damla su geldi. Çantasında büzüşmüş olan pet şişeyi çıkardı ve şişenin ağzını sızıntının altına yerleştirdi. Bir süredir su ihtiyacını böyle karşılamak zorunda kalıyordu. Henüz etrafta gezinen haşaratları yemesini gerektirecek kadar aç hissetmiyordu. O noktaya gelene kadar buradan çıkmanın bir yolunu bulabileğini umuyordu. Yeterince su birikince şişeyi kafasına dikti. Karşıdan biri geliyordu. Deniz eğilerek önündeki çıkıntının ardına saklandı. Bunu yaparken cebindeki öteberilerden birkaçı yere düştü. Eğilerek düşenleri gerginlik içinde toplayıp tekrar cebine koydu. Karşıdaki adam sesi muhtemelen duymuştu ve bulunduğu yere doğru geliyordu. Adam başını çevirerek etrafı taradı. O sırada Deniz bulunduğu yerden fırlayıp öncesinden varlığının farkına vardığı aradaki dar koridora girdi. Adam da onu takip etti. Koridorda malzeme atıkları, kullanılmış demir yığınları vardı. Deniz demir yığınının üzerinden geçerken eline uzun ince bir demiri aldı. Adam koridorun çıkmaz noktasına kadar onu takip etti, üzerinde kapüşonlu siyah cübbe vardı. Zindandan onları almaya gelen gardiyanlardan çok da farklı görünmüyordu. Tekrar karşısindaki manzarayı taradı ve harekete geçti. Deniz elindeki demiri adamın kafasına doğru savurdu. Demir çok ağır olduğu için tam isabet ettirememişti. Adam tekrar hamle yaptı. Deniz adamın arkasına geçerek demiri kaldırıp adamın sırtına hızla vurdu. Adamın ensesinden mavi kıvılcımlar çıktıktan sonra yere yığıldı. Tedirgince adama yaklaştı ve baygın adamın cübbesini çıkardı. Adamın kolları soğuktu. Vücudunun diğer tarafları da. Karnı, göğsü, bacakları... Burada bir şeyler yanlıştı, korkunç derecede yanlış...
Üzerinde doğru düzgün çamaşır bile yoktu. Müstehcen yerleri bez parçalarıyla sarılmıştı ve adam berbat kokuyordu. Adamı ittirerek sırtını çevirdi. Ensesinde bir çip vardı ve devrede kaçak varmış gibi cızırdıyordu. Teller adamın omurgasını doğru uzanıyordu. Deniz o anda ürkütücü gerçekle yüzleşti. Bu adam ölüydü. Koridorlarda dolanan o adamların hepsi çoktan ölmüştü. Boyunlarındaki çiple kontrol edilen yürüyen cesetlerdi. Deniz çıkardığı siyah cübbeyi sırtına geçirdi. Böyle en azından kamufle olarak ortalıkta daha rahat dolaşabilirdi.
Merinda ölü bedeni yığıldığı yerde bulduğunda başına gömülü olan kamera sistemi zarar görmüştü. Sadece kurduğu sistemden en son nereden geçtiğini görebiliyordu. Koridorlarda avara avare gezen bir zindan kaçkınını bulmak bu kadar zor olmamalıydı. Bir dahaki sefere kameralardan gelen görüntüleri anında görebileceği bir düzenek tasarlayacaktı. Yine de aceleye gerek olacak bir durum yoktu. Buradaki tek çıkışın yerini o ve Zökar'dan başka kimse bilmiyordu. Bilemezlerdi de zaten çünkü burada o zindan kaçını ve kendinden başka "yaşayan" kimse yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasiSırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...