Az önce uyanmıştım. Hanın merdivenlerinden aşağıya iniyordum. Bunu yaparken bir yandan da kolumu kavisli trabzana koymuş ve onun üstünde kaydırıyordum. Alt kata vardığımda hancı kadın her zamanki gibi çayını yudumluyordu. Rüzgâr ise kapıdan çıkmak üzereydi. Arkasını dönmeden düz bir sesle:
"Ben gidiyorum."dedi.
"Bununla bir sorunum yok, ama korkarım ki bir şekilde gidemiyorsun." diye cevap verdim.
"Oh, tabii ki de gidebilirim." dedi Rüzgar her zamanki heyecansız tonlamasıyla.
Daha açıklayıcı olmak için bir şeyler söylemeyi düşündüm. Ama söylediklerimin hangi biri mantıklı olurdu ki. Belki de dün geceyi feci bir şekilde kafamdan uydurmuştum. Ayrıca o gidebilirse benim için de normal hayatıma dönebilme yolu açılmış olurdu.
Rüzgâr tekinsiz ve esrarlı bir şekilde omzundan geriye doğru bana baktı.
"Ayrıca hatırlatırım ki cevabını hiç veremediğin bir soru var. Sen neden buradasın?"
Bakışlarının verdiği anlık bir huzursuzluk hissinin ardından sorusunu yanıtladım.
"Çünkü yolumun üzerine çıktın."
"Neyse ne, arkanı dönüp gitmeliydin."dedi.
Hastanedeyken kürelerin yükselip yaptığı dans aklıma geldi. Öncesinde de etraftaki tüm makinelerin çıkardığı siren sesleri...
"Öyle yapacaktım zaten ama anladığım kadarıyla gelmeseydim nerdeyse ölüyormuşsun."
Bu sefer yüzünü bana döndü ve dişlerinin arasından:
"Ve sen bana, beni en çok istediğim şeyden alıkoyduğunu mu söylüyorsun?"
Yutkundum ve ağzındaki baklayı çıkardım.
"Zindanda beni kurtardın. Sana borçluydum."
Bunu söylemekle birlikte dudakları yukarı kıvrıldı ve o müstehzi gülümsemesi ortaya çıktı.
"Ne kadar safsın Nora, hayatını kurtarararak iyi bir şey yaptığımi mı sanıyorsun? Ben sadece başka talihsiz bir ruhun ızdırabının devam etmesine izin verdim."
Bu cevapla birlikte kaşlarımı çattım. Ne çarpık bir bakış açısıydı bu! Acıdan hoşlanıyor falan değildim ama bu yaşamın "bir alana bir bedava" tarzında boktan bir kampanyasıydı. Okulu bitirmek için vermeniz gereken zorunlu gıcık bir dersti. Yaşadığımız sürece acı çekmeye devam ederdik belki ama hayat bundan ibaret değildi.
"Senin derdin ne?" diye sordum.
"Herhangi bir derdim yok, kişisel algılama."
"Sonuçta neden yaptığın değil, ne yaptığın önemli." dedim.
Rüzgâr soğuk ve alaycı bir şekilde kıkırdadı.
"Öyleyse tam bir budalasın."dedi ve elini arkaya doğru gereksiz birşey fırlatıyormuşçasına salladı. Tekrar arkasını dönüp yol almaya başladı. Tabii ki de öyleydim.
Hancı kadın sükunetle oturduğu yerden başını iki yana salladı.
"Gençler, ah gençler..."
İç çektim.
"Sanırım ben de gitsem iyi olacak."
Hancı kadın tek kaşını yukarı kaldırdı ve sordu.
"Nereye? Daha bitkileri düzenlemekte bana yardım edeceksin."
Şaşkınlıkla kadına baktım Böyle bir şey söylemesini beklemiyordum.
"Sadece bu işi yaparken ortalık çok dağılıyor ve yeniden toplaması günler alıyor, benimle birlikte eylemleri organize edecek birine ihtiyacım oluyor. Bunun için bazen karşıdaki bakkalın çırağını çağırırdım. Oradan sıkça alışveriş yaptığım için o da bana memnuniyetle yardım ederdi. Ne var ki yazları burada olmuyor. Yine de yapmak istemiyorsan tabii ki seni tutmam. Başka birini de bulabilirim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasySırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...