(∆)Mülkiyet

95 12 0
                                    

Günbatımı yaklaşıyordu. Uzun bir süre yokuş aşağıya inip, üzerinde kıvırcık çalılardan ve ara sıra ufak tefek ağaçlardan başka bir şey olmayan düzlükle karşılaştık. Koskoca bozkırda ufuk çizgisini görebiliyordunuz. Görüş alanınız herhangi bir  yükselti ile kesilmiyordu. Hava kuruydu, rüzgar sıcak esiyordu. Biraz daha yürüdükten sonra rotamız bir karayoluyla kesişti. 

Bu gün harita bendeydi. Karayolunun kenarından gitmeyi planlamıyordum. Sadece 300-400 metre uzaktan, paralel takip ediyorduk. Rotaya yakın yerleşim yeri yoktu. Bedenim uzun süre yürümeye adapte olmaya çalışıyordu. Dizlerimin üstünde en son beş yaşındayken bu kadar morluk  vardı. Dinleneceğimiz yere gelmeyi iple çekiyordum. Ve daha beteri Rüzgâr elmalarımı çalıyordu. Rezil kere rezil, bayat dondurma külahı gibi bir insandı!!!

Gözlerimi kısıp karşıya baktığımda duvarla çevrilmiş bir  alanın yaklaştığını gördüm. Duvarın üzerine bir de çit çekilmişti. Çitin üzerinde belli aralıklarla:

"ÖZEL MÜLKÜYETTİR GİRİLMEZ!" yazıyordu.

Bir süreliğine çit boyunca yürüdük, bir arazi ne kadar büyük olabilirdi ki. Fakat çit bitmedi. Hava kararmaya başlamıştı, ama hala vakit vardı.

Aklımdan çitin üzerinden atlamak geçiyordu. Özel mülküyetmiş, kıçımın kenarı... Bütünüyle yolu yürümek zorunda olmasaydık muhtemelen böyle düşünmezdim.

Haritayı Rüzgâr'ın eline tutuşturdum ve gözlerimle çiti işaret ettim.

Omuz silkti ve dudaklarını büzdü. Elini şıklatarak yukarıdan atlamayı işaret etti.

Heheheh, bunu tahmin etmiştim. Suç ortağınızın sizi çabucak anlayabilmesi mod yükseltici olabiliyordu.

Ayaklarımı duvarın üzerine koydum. Çitin üzerindeki demire tutunarak kendimi yukarı çektim. Zihnimde çalan Çav Bella marşı eşliğinde duvarın üzerinden atladık. Rota doğrultusunda arazinin içine doğru yürümeye başladık. Bu arada dinlenme yeri için etrafa bakınıyordum. Henüz ortalık çok karanlık olmamiştı. Fakat nedense hiçbir yer bunun için yeterince güvenli görünmedi gözüme. 

Adımlarımı birbiri ardına attım. Yerler dökülmüş çam iğneleriyle kaplıydı ve yürüdükçe hışırtı çıkarıyorlardı. Derken ağaçların arasından belli belirsiz bir ses duydum.

Olduğum yerde kaldım ve Rüzgâr'ı omzundan dürttüm.

"Neydi o?"

"Uluma sesine benziyordu." dedi anlamaya çalışırcasına kaşlarını çatarak.

"Korkuyor musun yoksa?"diye de ekledi.

Sesi ilk duyduğumda ürpermediğim söylenemezdi. Ama ağzına laf verecek değildim.

"Hiç de bile."

Ağaçların arasından tektar çıtırtı duydum bu sefer çok yakındı.

Rüzgâr  depar atıp önde koşmaya başladı ve kahkaha attım.

"Ödlek!"

Sonra başımı yavaşça çevirip arkama baktığımda, büyük ölçekte bir alman kurdununun keskin dişleriyle göz göze geldim.

"Siktir lan! Arkamdaymış."

Sonta topuklarımı arkama vurduğunu hissederek kaçmaya başladım. Karşıma çıkan ilk ağaca sincap refleksleriyle tırmandım. Bulduğum genişçe bir dala tünedim. Aşağıdan hala hırlama sesleri geliyordu. Etraf kapkaranlıktı. Yakınlarda bir yerde birinin nefes verdiğini hissetim. Rüzgâr karşımdaki dala çıkmıştı.

"Az önce korkmadığını mı söylemiştin?" dedi müstehzi bir tonlamayla.

"Söyleyene bak! Sen sanki sakince başlarını okşadın hayvanların."

Adaletin ElçileriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin