Küreleri toplama işi bir tür rutine dönüşmüştü. Her şey rahatsız edici derecede çabuk ilerliyordu. Araştırma amacıyla çıktığımız bu yola artık tüm küreleri topladığımızda ne olacağını merak ettiğimiz için devam ediyorduk. Gittiğimiz yerlerde bunun neden olduğuna dair dikkatimizi çeken ipuçları da bulamamıştık. Ya biz önümüzde duranı göremiyorduk ya da cevapların üzeri örtülmüştü.
Sıradaki durağımız ise metan vadisiydi. Adından da anlaşılacağı gibi orada metanojen bakterilerden başka canlılar yaşamıyordu, en azından bildiğimiz kadarıyla. Vadi son derece derindi ve nefes almak ilerledikçe zorlaşıyordu, o yüzden gaz maskelerimizi ve oksijen tüplerini yanımızda hazır ettik. Belli bir derinliğe kadar uyduruk bir merdiven bize eşlik ediyordu. Fakat tehlikeli noktadan sonra inşası devam etmemişti. Oradan sonra dağcı ipleriyle aşağıya indik. Ne hoş bir tesadüf ki mesafe fazla uzun değildi. Vadide ölüm sessizliği hakimdi, tek bir çıt çıkmıyordu. Buradan yukarı bakıldığında gökyüzü neredeyse puslu bir yeşil olarak görünüyordu. Derinlerine indikçe hava ağırlaştı ve maskelerimizi takmak zorunda kaldık. Etrafta siyah, kahve ve griden başka renk yoktu.
Yolumuza devam ettikçe yoğun metan sisleri altında "t" şeklinde dikili taşlar gördük. Bunlar yaklaştığımıza delalet ediyor olabilirdi. Biraz daha yürüdüğümüzde yer kabuğundan sızan tektonik bir gazın metanla tepkimeye girerek mor renk alevlere neden olduğuna şahit olacaktık. Gördüğümüz renkler kimin sırasının geldiğini bize anlatıyordu.
Küreyi aldıktan sonra vadi yeniden yükseliyordu. Karahindibalar ve helikopter böcekleri yaşamın tekrar başladığı çizgiyi gözler önüne seriyordu. Gaz maskelerimizi artık çıkarabilirdik.
Vadiden çıktığımızda güneş batmak üzereydi bu iyi bir şeydi çünkü geceyi vadide geçirmek hiç de iyi bir fikir değildi.
Devamında neredeyse çöl haline gelmiş kurak bir ovayı geçecek, suyla aşındırılmış volkan tüflerini oyarak yapılmış bir yer altı kafesine girecektik. Daha sonra küreye giden yolun bir şekilde kapandığını öğrendik. Bu işin burada bittiğini sanmıştık fakat daha sonra yakınlarda terk edilmiş bir maden ocağı bulduk. Açelya ile ben haritayı elimize aldık ve İnternet ile haritalara bağlandık. Acar, Rüzgar ve Deniz ise aşağıdaydı. Güçlü bir telsiz ile iletişim kuruyorduk. Kapanan yolun uç noktasını işaretlemiştik. Maden ocağının planını dışarıya yapılmış tahtadan derme çatma kulübenin içinde bulmuştuk. Krokinin uzandığı yer neredeyse işaretlediğimiz yerle dip dibeydi. Yer altında uzun süredir kullanılmayan kepçeler vardı. Geriye bir tek onları çalıştırmak kalıyordu. Bunun için biraz uğraşmamız gerekti ama makinenin nasıl başlatılacağını çözdük. Daha sonra dikkatli darbelerle diğer tarafa ulaşan bir geçit açtık. Tıkanmış yolun devamına çıkmıştık, orayı takip ederek holün sonundaki locaya ulaştık. Küreyi aldıktan sonra aynı yolu takip ederek yüzeye çıktık.
*°*
Yorgun argın salonun ortasındaki kanepeye yığıldım. Sırtımın yumuşak minderlerle buluşması bugün bana adeta cenneti yaşatıyordu. Ortalıkta gezinip dururken bu kadar tükendiğimi hissetmiyordum halbuki. Ellerimi belime dayayarak sırtımı kütlettim. Kafamı dağıtmak için kumandayı elime aldım ve televizyonu açtım. Amaçsızca zapladıktan sonra televizyonda yavan gündüz kuşağı programlarının tekrarı ve haberlerden başka hiçbir şey olmadığını gördüm. Ben de tercihimi haberden yana kullandım. Bir ara gidip emekli sandığına yazılmalıydım. Yaptığım tercihler kendimi eski öğretmen Mukkadder Amca gibi hissettiriyordu.
Televizyonda ciddi bir banka soygunundan bahsediyordu. Yüzü maskeli adamlar ellerinde silahlarla, iddialara göre; içeriden de birinin yardımıyla, büyük para kaldırmışlar. Başta her zamanki haberlerden sandım ama üst üste zapladığım her kanalda görünce yanıldığımı anladım. Uykunun verdiği bayık gözlerle karşımdaki ekrana bakarken bu olayın en azından aşağı yukarı fazlaca sansasyonel karşılandığını düşündüm. Sosyal medyanın çalkalandığını tahmin edebiliyordum.
Bunları düşünürken göz kapaklarımın ağırlığına karşı koyamadım. Ama uyusam hiç fena olmazdı. Yarın son küreyi toplamak için yolculuğa çıkacaktık. Enerjik olsam iyi ederdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasySırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...