Bezginlikle yatağa yığıldım. Olmuyor, olamıyor! Kolyenin nasıl çalıştığını anlamaya karar verdiğinden beri kolyenin içini açmak için bir sürü yol demiştim:
Önce basitçe içinde bir şey varsa dış kabuğunu kırdırmak için taşı kapının arkasına sıkıştırdım. Kırılmamıştı. Sonra bunu ceviz kıracağı ile denedim. Bulabildiğim en yüksek yerden aşağıya attım, sonra suya soktum bu yaptıklarında en ufacık bir çatlak oluştuysa içeri su sızar ve kısa devre yaptırabilirdi. Ama ironik olarak suyun içinde yine o büyülü ışıldamayı gerçekleştirdi.
Ben de bu sayede olayı daha net gözlemleme şansı buldum. Işık tek bir ampulün çıkarcasına yayılmıyordu, homojen ve har tarafta aynıydı. Sanki doğanın bir prensibi gibi.Daha sonra onu ateşe tutunca ne olabileceğini düşündüm ve bir ocak buldum, yine değişen hiçbir şey olmadı. Cam gibi eriyebileceğini düşünmüştüm çünkü taşın dokusu cama benziyordu.
Daha sıcak ve güçlü bir ateş kaynağıyla denemeye karar verdim. Kaynak makinesinin ateşi gibi mesela... Kaynak makinesini nereden bulduğumu sormaya izniniz yok, ve bu konuda sert bir kaya kadar ciddiyim. (Pekala onu labovatuardan yürütmüş olabilirim.)
Makineninyoğun ateşini kolyenin ucuna doğru tuttum. Ne taş eridi ne de başka bir reaksiyon verdi. Belki zincirin ateşe yakın kısımları biraz oksitlenmişti ama hepsi bu kadardı.
Peki ya parlamasının sebebi dünyanın manyetik alanındaki ani değişimler olabilir miydi? Belki bu bir çeşit akıma sebep olup parlamasını sağlıyor olabilirdi. Mıknatıs ile bir kaç saçmalık daha yaptım. İçinden elektrik geçen kablolara yaklaştırdım. Gözlemlediğim tek şey kolyenin parlaması tüm bu yaptıklarımdan bağımsızdı ve ben uzun süredir nalları topluyordum.
Kolyenin Kripton'dan gelme ihtimali üzerine kafa yormalıydım bence; çünkü bu cisim üzerinde Ar-Ge çalışmaları yapılsaydı, kıyamet savar olarak eski model telefonlardan bile sağlam olduğu ortaya çıkarabilirdi.
İşin tuhafı ise kolye başka biri etrafımda olduğu zaman parlamıyordu, ya da asla parladığında dair bir kanıt elde etmeme izin vermiyordu. Kamerayı açtığımda parladığı kameraya gözükmüyordu mesela.
Ben de şu ana kadar yaptıklarımdan çok daha berbat bir fikri denemeye karar verdim. Başıma gelenleri internette aratmak.
Klavyeyi öylesine tıkırdattıktan sonra beni mantıklı sonuca götürebilecek anahtar kelimeleri düşündüm. Birkaç başarısız denemeden sonra kendimi Pinterest ve bilimum görsel sitelerde fosfor boyalı kolyeler ve yanar dönerli bizmut kristallerine bakarken buldum. İnternet çok değişik bir yer dostlarım, ilginizi çekebilen en ufak bir görsel sizi internetin diğer üç köşesinde hiphopçu bir youtuberın yaptığı dizi film incelemesini sonuna kadar izlemenizi neden olabilir. Bunlar hep bir kelebeğin kanat çırpmasının sonucudur.Yazdığım, durumu en net ifade eden aramalarda bile tatmin edici bir sonuç bulamadım ve bunun doğal sonucu olarak ilgimi kaybetmeye başladım.
Tam bu sırada karşıma garip bir web sayfası çıktı, aynı benim yaşadığım şeylerden bahsediyordu. Dahası bu sayfayı açabilecek bir bağlantıya tıkladığımı hatırlamıyordum. Sayfa şu anda bildiklerinden daha fazla bir şey vaat etmiyordu ve yazılanlar da muğlak yazılmıştı.
Adres çubuğundaki adresi kopyalayıp kaydettim, sayfayı çevrimdışı indirdim.
En aşağıda bir adres dikkatimi çekti, adrese gelmemi temenni ediyordu.
Görünüşe göre verilen konum pek sağlam bir semtte değildi ve oraya gitmek tehlike barındırıyordu.Bilgisayarımın ekranının indirdim, bununla artık ilgilenmek istemiyordum.
Akşamüstü şehir merkezine doğru uzun bir yürüyüşe çıktım. Çarşının ana girişinin önünden geçen nehrin üzerindeki köprüde durdum. Kolyeyi çıkardım ve suya bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasySırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...