Yaşadığımız anakaranın önde gelen nehirlerinden birinin debisi, mevsimin değişmesiyle azalmıştı. Lakin yine de nispeten gür aktığını görebiliyordunuz. Nehrin ana kolunun kollara ayrıldığı delta ovasında inşa edilmiş bir kale vardı. Burası son hedefimiz oluyordu. Arayı uzatmadan bölgeye doğru yola koyulduk. Kalenin cüsseli, yarım daireden bir girişi vardı. İçeri girdik ama uzun bir süre nereye gidip nereden çıkacağımızı tasarlayamadık. Burası diğerleri gibi değildi oldukça karmaşık inşa edilmişti, bir çeşit labirent gibi. İnip çıkılan merdivenler, dairesel dönüşler... Daha sonra ilerlediğimiz yörüngede bir tuhaflık olduğunu hissettik. Bunu ilk dile getiren Açelya idi. Elbette bir şey vardı fakat uyanmamızı sağlayan Deniz'in söylediği şu laftı:
"Sanırım buradan üçüncüye geçiyoruz."
"Bu biraz ürkütücü değil mi?" Huzursuzca kollarını bağlamıştı Açelya.
"Öyleyse döngüyü kırmanın bir yolu olmalı. Ne taraftan girdiğimizi hatırlayan..?" Söylediğim ikinci cümle yüklemsizdi ama soru tonlamasıyla konuşmuştum.
Sonra geri yönde yürümeye başladık.
"Bu imkansız bir çember!" dedi Deniz, çünkü koridorlar mükemmel biçimde döngü oluşturmak için birbirine bağlanmıştı.
Gayesizce dolanmaya devan ederken Açelya hava boşluğunun olduğu yerde aynı zamanda şerit kolonlar olduğunu farketmişti ve bize gösterdi. İnsanların gidebileceği bir yol gibi görünmese de pekala üstüne çıkıp yürüyebilirdik. Boşluğun kenarlarına doğru çıktıktan sonra kolonlara geçiş yaptık. Kolonlar bizi, gökyüzünü gördüğümüz, kalenin tepesine çıkardı.
Teras ilk başta gereğinden fazla barışçıl görünüyordu. Rulo kayalarla dizayn edilmiş bir yol ve karşıda yemyesil çimenler. Çimenlerin bu kadar yeşil olmasının anlamını artık söylememe gerek yoktur sanırım. Tabii daha sonra bu mekanizmanın öbür yüzüyle karşı karşıya geldik. Rulo kayalar sabit değildi, üzerine basıldığında hareket ediyorlardı. Ayrıca aşağıdan akan nehirin rutubeti sebebiyle bir sürü sivrisinek uçuşuyordu. Resmen eziyetti bu . Ya da birden esrarengiz gizemler hepten bıraksaydı peşimizi, ama tabii ki öyle bir şey olmayacaktı.
Kör topal, bir şekilde karşıya geçmeyi başardık. Acar küreye doğru yürürken biri tarafından dürtüldüğümü hissettim. Arkamı dönüp baktığımda Açelya disk şeklinde bir karaltıyı gözleriyle işaret ediyordu.
"Sanırım, izleniyoruz." diye mırıldandı gergince.
Sonra hafifçe sesini yükselterek:
"Millet, takip ediliyoruz!"
O anda karaltı hızla hisarın arkasına doğru kaydı ve gözden kayboldu, ama herkes ucundan da olsa bir şey görmüştü. Şimdi nasıl davranacağımıza karar vermemiz gerekiyordu.
Acar dönüp geriye baktı. "Küreyi aldıktan sonra hızlıca kalenin içine dönüyoruz." dedi.
Ama kalenin içinde de güvende olduğumuzun garantisi yoktu. Daha sonra hızla arabaya doğru koştuk. Bu süreçte peşimizden gelen bir şey görmedik. Aracın içine girdik ve kapıları kapadık.
"Önceden de bir şeyin peşimize dolandığını hissediyordum ama emin olamamıştım."
Sonra kaşlarını çatarak devam etti Açelya:
"Bir şey. Bir şey hep bir köşeden bizi izliyor gibi... O karaltı, birisi sanki hep ensemizde."
"Ne zamandan beri?" diye sordu Deniz tedirgince.
"Bilmiyorum, ama buraya geldiğimizden beri ekseriyetle güçlendi."
Daha sonra Acar kontağı çevirdi ve gaza bastı. Mümkün olduğunca hızla oradan uzaklaşmaya bakıyorduk. Yılan gibi kıvrılan virajlardan geçip ana yola çıktık. Bu sırada benzin göstergesi hiç de iyi sinyaller vermiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasíaSırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...