(▲)Elektromotor Refleksler

89 12 0
                                    

Merinda akım çubuğunu cesedin yarık kafatasına doğru yaklaştırdı. Tepki anını simule edebilmenin bir yolu olmalıydı. Yerinde kullanılırsa insan beyni metal ağlardan daha karmaşık bir devreydi. Küçük akımlarla cesedin yüz kasları oynamıştı. Buna gerek olduğunu düşünmüyordu. Karargahın içinde hiçbir zaman yüz ifadelerine ihtiyaç duyan bir gardiyana gerek olmamıştı. Kendine sert bir kahve yapmak için tezgâha yöneldi. Ve dolabı açtı. Ampulün cılız ışığı, pürüzlü beton duvardan yansıyarak odayı aydınlatıyordu. Duvara monte edilmiş transformatör hafif bir cızırtıyla çalışıyordu. 

Depoladığı aburcuburların azaldığını görmek onu hiç mutlu etmemişti. Hafızasına hep güvenmişti ve çerez paketlerini bitirdiğini hatırlamıyordu. Tavandan ufak bir çıtırdama duydu, Merinda havalandırma borusuyla göz göze geldi ve hemen ardından kontrol panelinde pervaneyi çalıştıran düğmeye bastı. Çıtırtılar panikli bir gürültüye dönüştü ve Merinda borunun kapağını yerinden kaldırdı.

" Yiyecek çalmak için havalandırmayı kullanmak, ha!"

Deniz elindeki paketlerle kısa bir süre donup kaldıktan sonra:

"Ne kadar zamandır aç olduğum hakkında  hiçbir fikrin yok değil mi?" diye söylendi.

Merinda lastikli eldivenini çekiştirdi.

" Buraya geldiğin iyi oldu aslında, elektromotor fonksiyonların canlılarda nasıl çalıştığı hakkında ufak bir şeyi görmem gerekiyor. "

"Yo yooo, bunu duyduğuma hiç sevinmedim."

Deniz havalandırma borusunun içine doğru emeklemeye çalışırken Merinda kontrol paneline elektrik akımı verdi. Yaklaşık olarak ortalama bir insanın sinir sistemini bloke edip bayıltabilecek kadar. Ne daha azı, ne daha fazlasını. Bir an için her yeri mavi kıvılcımlar kaplamıştı. Bedeni borunun içinden çekerek rehinesini sandalyeye sabitledi.

Elekroşok etkisini kaybetmeye başlamıştı. Deniz bir kaç dakika sonra kendine geldiğinde umutsuzca kollarındaki zincirleri çekiştirdi. Gardiyanın gri tenini ve soğuk bedenini anımsadı ve tüylerinin ürperdiğini hissetti.

" Koridorlarda gezen onca insan... Sen mi yaptın söylesene?"

Deniz kuruyan boğazını nemlendirmek için yutkudu.

"Sen mi öldürdün?"

"Lütfen ama, o kadar insanı öldürseydim mutlaka birilerinin dikkatini çekerdim." dedi Merinda ve ekledi.

"Birinin yakını, sevdiği ya da en azından cengaverliğe soyunmak isteyen bir polis ya da dedektif... Rahatsız edilmeden çalışmayı severim ve cesetleri mezarlıktan yürütürüm."

"Bunun içimi ferahlatması mı gerekiyor?" Dedi deniz kuşkuyla.

"Yaptığının dışarıdaki dünyada sonuçları var farkındasın değil mi? Beni bırak gideyim, lütfen."

"Ah, o kadar iyimser olma lütfen. Hukuk sistemleri bile kusursuz çalışmıyor bazen."

Merinda adımlarını zeminle birlikte tıkırdattı ve demirden askılığa yaslandı.

"Yanlış anlama ben de bir zamanlar o dışarıdaki sistemlerin bir parçasındaydım. Dokuz, on yaşlarında bir çocukken."

"Yani kimseyi öldürmedin mi?" diye sordu Deniz.

Merinda omuz silkti.

"Belki araya kanayanlar da olmuştur, bilemiyorum."

Sesindeki kayıtsızlık bu sefer Deniz 'i şaşırtmadı. Umursamıyordu belli ki. Bu sohbet Merinda' nın nostaljik şeyler hatırlamasına sebep olmuştu. Yetiştirme yurdunu...

Okulda kimseyle konuşmazdı, insanlar ona aptalca gelirdi. Derslerde her daim iyi olmuştu. Çaba sarf etmesine gerek yoktu. Yapmak istediği şeye engel olmaya çalışan insanlardan hoşlanmazdı. Arada onunla dalga geçen sınıf arkadaşları olurdu ve kimi zaman bu sinirine dokunurdu. Oğlanların şakayı abartığı bir gün yemekhaneden baltayı alıp herkese onu küçümsemeyin ne demek olduğunu göstermişti. Biraz kan hatırlıyordu. Birini öldürmüş müydü? Hatırlamıyordu. O gün bir sürü polis sireni duymuştu.

Günler süren sorgulardan sonra çocuk ıslahevine sevk edilmesine karar verilmişti. Yeterince zamanı olsaydı elbette oradan da kaçmanın bir yolunu bulurdu, ama buna gerek bile kalmamıştı.

Sevk otobüsünü hatırlıyordu Merinda. Sarımtrak florasan ışıklarıyla hafızasına kazınan gereksiz ciddi ortamı. Bir an motorun sesinin teklediğini duymuştu. Sonra araç yalpalamaya başlamıştı. İçerideyken deprem oluyormuş gibi görünüyordu. Yukarıdaki floresanlardan biri patlamıştı ve bir süreliğine etraf kapkaranlık olmuştu. Işıklar tekrar yandığında uzun boylu, beyaz saçlı göğsünde yara izi olan o adam karşısında duruyordu. Dikkatle o adamı süzmüştü Merinda.

"Tanrıya inanıyor musun?" diye sordu adam.

"Sanmıyorum bayım."

"İnanmaya başla öyleyse. Benim adım Zökar, bundan böyle ben, senin tanrınım."

Zökar ile ilk karşılaşmaları böyle olmuştu.  Daha sonra Zökar onu yanına almıştı ve ona bir takın güçler bahşetmişti. Yeri gelince onun ufak tefek ayak işlerini hallediyordu. Bunun karşılığında da kanundan bağımsız bir şekilde istediğini yapabiliyordu. Gayet adil bir antlaşmaydı. O bir tanrı mıydı bundan emin değildi ama ortada doğa üstü birşeylerin olduğu kesindi. 

Düşünürken gözlerini diktiği yerden bakışlarını ayırdı. Geçmişi anma faslını burada bitirmeliydi. Akım çubuğunu ve elektrot kaskını yanına aldı.

 "Eeeh, nerede kalmıştık?"

Deniz omuzlarının kasıldığını hisseti ve kollarındaki zincirleri daha kuvvetli çekiştirdi. Merinda kaskı kafasına yerleştirdi. Tam harekete geçecekti ki ayağı kabloyu takıldı ve yere düşerken akım çubuğunun iğnesi kendi derisine değdi. Mavi kıvılcımlar bedenini sardı ve yere yığıldı.

Karma böyle bir şey olsa gerek diye düşündü Deniz. Bileklerini çevirerek zincirlerin arasından kurtardı. Dolaptan kendine yetecek kadar abur cuburu aldıktan sonra etrafı kolaçan edip hızlı adımlarla oradan uzaklaştı.

 Dolaptan kendine yetecek kadar abur cuburu aldıktan sonra etrafı kolaçan edip hızlı adımlarla oradan uzaklaştı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Adaletin ElçileriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin