Sabahı ilk ışıklarıyla birlikte tiz bir çan sesi kulağıma çalındı. Pencereye yaklaştım ve güneşin damları ardından ince parlak bir çizgi halinde belirip, ardından yükselişine şahit oldum. Kendime gelmek için yüzüme soğuk suyu çarptım. İçimde kalan birkaç zerre uyku sersemliğiyle han kapımın önüne çıktım. Hancı kadın elindeki metal çanı tüm enerjisiyle sallıyordu ve bunun pek misafirperverce bir tavır olduğu söylenemezdi. Görünüşe göre de misafirlik bitmişti zaten. Çaprazdaki kapı da açıldı ve Rüzgar her zamanki yılgın ifadesiyle belirdi.
"İkinizin de erkenci olması ne kadar da mütelezziz bir şey." diye cıvıldadı Peren.
Rüzgar sinirle dişlerini gıcırdatmakla yetindi. Hancı kadın kendine özgü sabah neşesiyle bizi aşağıya, resepsiyon katına sürükledi. Buraya ilk geldiğim akşam önünde oturup yağmuru izlediğim camekanın önünde durup, zikzak şeklinde katlanış haritayı açarak sehpanın üzerine koydu. Kırmızı ispirtolu kalemle konulmuş çarpı işaretine parmağını koyup:
"Burada bulunduğunuz için size minnettarım. Dün bahsettiklerimi şimdi bir de harita üzerinden göstereceğim. Burası şu an bulunduğunuz yer oluyor."
Daha sonra elini açık yeşille işaretlenmiş noktaya kaydırdı.
"Zökar'ın karargahından sizinle birlikte bir elçi daha kurtuldu. Onun anahtar taşı da buralardan bir yerden sinyal veriyor olmalı. Kılıcın arkasındaki adam bana, onun bir krater deliğinden yer altı nehrine düştüğünü söyledi."
Açelya'dan bahsediyor olmalıydı. O da kurtulmayı başarabilmişti demek. Yine de teyit etme gereksinimi hissettim.
"Yani yaşıyor değil mi?" diye sordum.
"Öyle ama korkarım ki bu konu hakkında ufak bir pürüz var. Yer altı karargahında kaçarken açtığınız geçit olağan dünyaya ait bir şey değil, bu yüzden geçitten çıktıktan sonra hepinizin bilinç durumu bir miktar kararsızdı. O elçi bedenen hayatta ama bilinçten şu anda yoksun. Ama merak etmeyin, eğer olduğu yere kürelerle varabilirsiniz bu sorun çözülecektir."
Hancı kadının söylediği her kelime buraya geldiğim akşam kaçmaya çalışmamla ilgili omuzlarıma ağırlık yüklüyordu. Ben ya da herhangi birimiz kaçmakta başarılı olsaydık Peren'in bahsettiği şey doğruysa, bu kimin başına gelirse gelsin, arafta bir yerde mi kalacağı anlamına geliyordu? Bu bilgi doğruysa yola devam etmekten başka çarem yoktu.
Daha sonra Peren siyahla daire içine alınmış noktaya yöneldi.
"Burası son durağınız. Bir diğer arkadaşınız da burada. Eğer siz gelmeden karargahtan çıkmanın bir yolunu bulursa nerede olduğunu sizin bulmanız gerekecek. Daha sonra portalı bulup açılan geçitten geçmelisiniz. Benim bildiklerim maalesef bunlarla sınırlı."
Açıklamaları sonlandırdıktan sonra haritayı kaldırıp katladı.
"Eşyalarınızı toplamadıysanız şimdi toplayabilirsiniz, sonra aşağıya inin. Sizin için yolluk bir şeyler hazırladım."
Odama çıkıp ortama göz gezdirdiğimde toplanacak fazla eşyam olmadığına karar kıldım. Sırt çantam yeterince doluydu ama çabucacık gidebilmek için içindekileri çıkarmamıştım. Etrafa saçtığım birkaç kıyafetimi ve diş fırçamı toplayıp sırt çantama tıktım ve aşağıya indim. Peren kese kağıdı içine koyduğu sandviçleri elimize teslim etti. Ve elindeki haritayı vermek için yüzlerimizi araştırdı. Rüzgar bir an önce ne yapacaksak halledelim de bitsin dercesine omuz silkti. Aslında bu nokta da çok da ayrışmıyorduk. Ama mümkünse hiçbirimizin zarar görmemesini isterdim. Peren haritayı uzattı ve ben de alıp inceledim. Çıkılan gizemli yolculuğa yaraşan parşömen üzerine el çizimi bir harita pek bir tematik olabilirdi ama havaya girmeden önce, alt köşedeki logo gözüme çarptı. Yanılmıyorsam harita benzin istasyonundan alınmıştı.
Arkasına da yapışkan kağıtlarla bir kaç not yazılmıştı.Haritaya bakınca bu kasabayla kesişen bir demir yolu olduğunu fark ettim. Güzergahı tam olarak gideceğimiz yolla örtüşmese de trene binebilirsek Açelya'yı bulacağımız yere oldukça yakın bir yerde inme fırsatımız olurdu.
"Kılıcın arkasındaki adam gerekirse küreler yoluyla sizinle bağlantı kurabileceğini söylemişti. Ayrıca telefon numaramı da yazdım. Bir sorunuz olursa ya da benim atladığım bir şey varsa beni arayabilirsiniz."dedi Peren ve bizi kapıya kadar geçirdi.
"Yolunuz açık olsun gençler!" dedi ve öne doğru reverans yaptı.
Arkamı dönüp delikli oyma taşlardan yapılma han apartmanına ve tentenin altında bitkilere yaslanarak durmuş Peren'e son kez bakarak, el salladım ve kasabanın merkezine giden yöne doğru yürümeye başladık. Peren'in ardımızdan bağırdığını duydum.
"Ah, neredeyse unutuyordum söylemeyi, toplu taşıma araçlarından ve tekerlek üzerinde giden her şeyden uzak durun."
O gün Sinekler Kasabası'nı güneş puslu da olsa aydınlatıyordu. Evler genelde kırmızı tuğlalardan örülmüştü ve bu da sokaklarına karakteristik bir görünüm veriyordu. Arada daha yüksek binalar olsa da evler genelde iki ya da üç katlıydı. Tren istasyonunu bulmamız zor olmadı ama yerleşim yerinin biraz dışında kalıyordu. Arabaların neredeyse hiç geçmediği tenha bir yolun ucunda, çimentoyla özensizce şekil verilmiş bir girişi olan ağaçların ve otlakların arasında yekpare duran beyaza boyanmış alelade bir binaydı. Henüz daha sabah saatleri olduğundan güneş orada bulunan tüm objelerin gölgeleri alabildiğine uzatıyordu. Durakta bekleyen hiçkimse yoktu ve cırcır böceklerinin sesi kulaklarımı boğuluyordu. Bu ıssızlığın sebebini sabah saatleri olmasına bağlıyordum. Yine de bu yerde hep bir şeyler ehemmiyetsiz ve ücraydı. Yolun ucundan trenin tıngırdama sesi duyuldu. Tekerlekleri olan demirden kutu önümüzden herhangi bir sinyal vermeden geçip gitti. Yük tenine benziyordu, içinde yolcu taşımak için yapılmış bir hali yoktu. Henüz erken olduğundan daha bilet gişesi bile açılmamıştı. Camın üzerinden içeriye yükselerek bakarsanız bilet fiyatlarını göz ucuyla seçebiliyordunuz. Trenle gitmenin, otobüsle gitmekten çok fazla rakamsal fark olmamasıyla birlikte durum her türlü umutsuzdu. İki kişilik bilet alıp yolculuğa çıkarsak geriye sadece üç kutu soda alabilecek kadar para kalıyordu ve bu şimdiden ağzımın kurumasına sebep oluyordu. İstasyonun içerisini gözlerimi kısarak şöylece baktım ve kayıp eşya odasını gördüm.
"Rüzgâr, sanırım bir fikrim var."dedim.
Rüzgar yılgın bir şekilde yüzünü avcuna gömdü ve:
"Ah, işte ben de bundan korkuyordum."dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasiSırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...