Açelya, çantasını dirseğiyle arabanın koltuğunun kenarına iliştiriyordu. Tuttuğu nefesini dışa verdi.
"Huh, ucuz atlattık."
Hemfikirdik, yine de olayın yarattığı gerginlik geçmemişti. Acar arkada oturan Rüzgar'a döndü:
"Peki ya sen, kapıyı açarken ne düşünüyordun?" Tek kaşını havaya kaldırmıştı.
"Boşluğuma denk geldi." dedi kayıtsızca.
"Bunu söyleyerek sıyrılabileceğini mi sanıyorsun?"
Omuz silkti.
"Sonuçta hiçbir şey olmadı işte."
"Ama olabilirdi, dikkatli olmalıyız." dedi Deniz.
Uzun bir süre ölü sessizliğiyle yol almaya devam ettik. Yolun cephesinde ufak tefek banliyö evleri, barakalar vardı. Sessizlik vardı çünkü bundan sonra ne yapacağımızı da bilmiyorduk. İlerlerken yol kenarında seyyar bir dönerciye rastladık.
"Gençler!" diye hitap etti Acar. "Acıkan var mı?"
Deniz yol kenarındaki seyyar arabaya göz atarken elini kaldırdı. "Kesinlikle!"
Bununla birlikte midemden anlaşılmaz sesler yükselmişti. Sanırım benim adıma bir şey söylemek istiyordu. Açelya da lafa karışıp bir şeyler alabileceğini dile getirince oraya doğru yanaştık. Arabadan indik ve tezgaha sıralandık.
Siparişleri verdikten sonra beklemeye koyulduk. Yemekler hazır olunca da oraya çöküp yemeye başladık.
"Açelya, dürümden ister miydin?" diye sordum.
Limonatasından bir yudum aldıktan sonra:
"Ben vejetaryenim."
"Sahi mi?" Hiç vejetaryen arkadaşım olmamıştı. Çatalla marulları ve domatesleri kendi tabağına aktardı.
...
"Sosu uzatır mısın?"
"Buyur kanka."
...
Orada güzelce karnımızı doyurduktan sonra tekrar yola çıktık ve bundan sonra ne yapacağımıza kararlaştıracağımız bir yere gitmeye karar verdik. Ama her şeyin su gibi ilerlemesi çok kolay olurdu. Giderken tepemizde yine o karaltıyı gördük. Bu sefer çok daha yakından.
"Bizi bulamayacağı bir yere gitmeliyiz." dedim.
"Nerede bizi bulamaz ki?" diye sordu Deniz. Bu hikayenin ana fikri ise öyle bir yer bilmiyorduk, başımıza gelecek pek çok diğer şeyi bilmediğimiz gibi.
"Emin olmamakla birlikte, işe yarayabilecek bir yere sizi götürebilirim." dedi Acar ve direksiyonu fundalıkların olduğu yola kırdı. Gün ortasını çoktan geçmiştik, hava kararıyordu.
Günümüz teknolojisi ile birinin bizi telefonlarımızla izlemesi çok kolaydı bu nedenle telefonları kapatıp bataryalarını çıkardık. Bir faydası olur muydu orası meçhuldu. Yol gittikçe tenhalaştı, medeniyetten ve onun nimetlerinden gittikçe uzaklaşıyormuşuz gibi hissediorum.
Toprak yola girdik, yolun bittiği yerde koca bir kaya gibi görünen girinti vardı. Aracını içeriye park etti, mükemmel biçimde kamufle oluyordu. Arabadan dışarıya çıktık. Burada ağaçlar, cırcır böcekleri ve yabani hayvanlardan başka bir şey yoktu. Bir süre ormanın sıklaştığı yöne doğru yol aldık. Cılız bir su sesi duyulmaya başladı. Yakınlarda bir dere olmalıydı. Biraz daha ilerlediğimizde halatlarla örülü, basamaklarına kütükler takılmış köprüyle karşılaştık. Pek güvenli göründüğü söylenemezdi, ne var ki civarda bizi akarsuyun karşısına geçirecek başka köprü yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasySırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...