Rüzgâr yanıbaşında yanan ateşe dik dik baktıktan sonra çakısını bileyip, bulduğu rastgele bir dalın ucunu sivriltmeye devam etti. Sabaha karşı olunca ancak uyuyabiliyordu. Uykusu derin oluyordu ve düş görmesine izin vermiyordu. Çünkü ne zaman düşler görse kabusa çevrilmesi uzun sürmüyordu. Zökar tarafından alıkonulmadan önce köprünün altına düşürdüğü kutuyu anımsadı. O şeylerden bir taneyi yutunca mutlak hissizlik bünyesini ele geçiriyordu ve hiç bir şey için endişelenmesine gerek kalmıyordu. Nahoş anılarla baş etmesi de gerekmiyordu.
Çakının sivri tarafını mükemmel eğiklikte tutup daldan bir yonga daha çıkardı. Bu iş, düşünmemesi gereken şeyleri zihninden uzak tutuyordu. Ama yine de ara sıra öfkesine kapılıp dişerini sıkı sıkı birbirine bastırmaktan alıkoyamıyordu.
Ateş dalgalanıp hafifçe çıtırdayarak yanarken ufkun ardından yüksek bir gümbürtü duyuldu. Tam karşısında ağaca yaslanarak uyuyan Nora sıçrayarak uykusundan uyanmıştı. Şimdi de neden uyumadığı konuşunda açıklama yapması gerekiyordu.
"Ya da boşversene..." diye düşündü Rüzgâr. Gereken ve de gerekmeyen, hiç bir konuda açıklama yapmak zorunda değildi.
Uykulu gözlerini kısıp, dağınık bir şekilde etrafa bakındı Nora.
"Neydi o?"
"Ben nereden bileyim."
Nora cevap ararcasına ortalığı süzmeye devam etti. Ardından sersemce uyuduğu ağacın gövdesine geri yaslandı.
"Uyu, Nora." diye bastırdı Rüzgâr keyifsizce.
Nora uykunun arasında bunun da kürelerle alakalı bir şey olup olmadığını sorgularken tekrar uykuya daldı.
Ormanın içinden baykuş sesleri geliyordu. Az önceki gümbürtüyü saymazsak sessiz bir geceydi. Rüzgâr da uykuya en fazla bir saat dayanabilmişti. Güneş ufuktan yükselene kadar kayda değer bir şey olmadı.
Rüzgâr uyandığında yüzünü yıkamak için nehrin kıyısına yaklaştı. Ve olağan dışı bir şey daha gördü. Debinin yüksek olduğu ve nehrin biraz daha yukardan akıp mini bir şelale oluşturduğu yerde bir kız vardı. Sabah olduğundan eğik gelen gün ışıği kıza yandan vuruyordu. Saçları kızıl ve dalgalıydı. Paçalarını sıvamıştı. Üzerinde beyaz bir tişört vardı. Rüzgâr, kaşlarını çattı.
"Nora nerede ve bu kız kim şimdi?"
Ve düşündüğunü aklından uzaklaştırmakta gecikmedi. Bu resimde her şey manasız ve çarpıktı. Yola intikam için çıkmıştı, çalıların ardından kız kesmek için değil. Sonra başka bir şeyi daha fark etti. Saçları ıslak olduğu için kıvırcık değil dalgalı görünüyordu. Ve saç renginde sıcak tonlar olduğu için güneş vurunca kızıl gibi gözükmüştü. Bu Nora'nın ta kendisiydi. Başını avcunun arasına gömdü ve omuz silkti. Nehrin aşağısına doğru yürüdü. Yüzüne nehrin soğuk sularını çarpacak ve bu gördüğünü unutacaktı.
Tekrar yola çıkmak için her şey toplandığında, Nora ağaçların arasından geledurdu. Rüzgâr göz ucuyla kızı süzdü. Üzerinde aynı kıyafet vardı. Daha sonra gözü mümkün olmayan bir şekilde kabarmış saçlarına takıldı. Kızların kabaran saçlarından şikayet ettiğini duymuştu ama böylesini hiç görmemişti. İşin tuhafı Nora bunu pek kafaya takıyor gibi de görünmüyordu.
"Kendine ne yaptın Nora?"diye sordu.Nora karışık ve kabarık kafasını kaşıyarak daha da karıştırdı.
"Şampuanım kalmamış o yüzden saçlarımı çamaşırları yıkadığımla yıkadım."
Şüphesiz ki sıradan bir soruna sıradışı bir çözümdü. Ama kimin aklına böyle bir şey yapmak gelirdi ki? Sonuçta yaptığı şey kısmen işe yaramış görünüyordu. Yine de hafif kafadan kontak bir hareketti. Aslında keyfi yerinde olsaydı bu durumla eğlenebilirdi bile. Bu konu üzerinde neden bu kadar düşünme gereği duymuştu ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasySırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...