Yaklaşık iki buçuk saattir tek kelime etmeden rayların kenarından yürüyorduk. Belime taktığım haritayı açtım ve vaziyetimize bir göz attım.
"Pekala, demir yolu bindiğimiz yerden 5-6 km sonra kara yolunu kesiyor. Tek yapmamız gereken oradan tekrar otostop çekmek."dedim.
Rüzgar reaksiyon göstermeden önümde yürümeye devam etti. Güneş yukarıya doğru yükseliyordu. Bu çok da kötü bir şey değildi aslında. Yine de mevsimlerden yazdı ve güneşin alnında yapılan uzun yürüyüşler kısmen yorucu geçebiliyordu.Geçtiğimiz düz ovanın ardında sıra sıra dağlar vardı. Arada tek tük yarım yapılıp kaderine terk edilmiş binalar çıkıyordu. Sıcak iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlamıştı. Ufuktan umut veren bir görüntü de gözükmüyordu. Bu kadar uzun süreceğini düşünmüyordum.Bir kaç dakika dinlenmek üzere yere çöktüm.
"Bu işin kestirme bir yolu yok mu?" diye sordum.
"Bana kesin vardır gibi geliyor. Sence küreleri ortaya koyup ritüelistik danslar yaptıktan sonra yalvarsak varmamız gereken yere daha çabuk ulaşmamızı sağlarlar mı?"diye sordum Rüzgar'a ama aldığım tek cevap boş ölü bir bakış oldu.
Çaresizlik hayal gücümü harekete geçiriyordu. Ağzımdan çıkan kelimeler her zaman bir manaya gelecek bir bütün oluşturmuyordu belki. Yine de ölü bir bakıştansa aynı şekilde kelimelerle verilmiş bir cevabı tercih ederdim.
"Burada yapmaya son derece zorunlu olduğumuz bir işi kısaltmaya yarayacak fikirler üretmeye çalışıyorum. En azından dediğime yorum yapabilir ya da katkı payı olacak bir şeyler söyleyebilirsin?"
"Öyleyse sana bir öneri, neden intihar fikrini dikkate almayı denemiyorsun?
Su mataramı çantamdan çıkardım ve bir yudum su içtim. Kendimi hafifçe sinir olmuş hissediyordum.
"İntiharın senin uzmanlık alanın olduğunu sanıyordum."
"Keşke uzmanlık alanım olsaydı, en azından umutsuz denemelerim bir nihayete ulaşırdı."
Dudaklarımı araladım ama buna söyleyecek bir şey bulamadım. Ölüm arzusunu öylece kabul etmesini beklemiyordum. Ölüm arzusu ve öldürme arzusu... Madalyonun iki yüzü, ama madalyonun bir yüzüne diğer yüzünden daha yakın olan başka ne vardır ki. Arzu ettiği şey gerçekte bu muydu bilmiyorum, ihtimallere karşı tetikte olmalıydım.
Bir saat daha karşımıza bir yol çıkmadı ama nihayet araba sesleri duyulmaya başladı. Biraz daha yürüdükten sonra kara yoluna sonunda varabilmiştik. Gideceğimiz yere yol alan arabalar karşı şeritten geçiyordu. O yüzden bir süre yolun sakinlemesini bekledikten sonra karşıya geçtik. Görünüşe göre pek fazla kimse otostopçu iki genci arabasına almaya niyetli değildi. Gideceğimiz tarafa ağırdan ağırdan yürümeye devam ederken bir yandan da otostopçu parmaklarımızı yola uzatıyorduk. Arabalar gelip geçerken aynı frekanstan çıkan motor gürültüleri başımı ağrıtmaya başlamıştı. Derken üstü açık bir araba bulunduğumuz şerite doğru yanaştı. Bizi gideceğimiz yere kadar bırakabileceğini söyledi. Bu kötü bir fikirdi çünkü yolumuz haddinden fazla uzundu. Ben de buna gerek olmadığına sadece yolumuzun üstünden geçen son ortak güzergahta bırakmasının yeterli olduğunu belirttim. Sonunda bir şekilde anlaştık. Sürücü içeriden kapıya uzandı ve açtı.
"Buyurmaz mısın?"
Doğrusunu isterseniz adamın bakışları bir miktar rahatsızlık vericiydi yine de turist gibi arka tarafa geçmenin saygısızca olabileceğini düşündüm. Başımla teşekkür ederek arabaya bindim ve kapıyı kapadım. Rüzgar çoktan arka kapıyı kapatmıştı bile. Adam berbat müziklerin çaldığı bir radyo kanalının sesini sonuna kadar açtı ve aniden gaza bastı. İçimde kötü bir his vardı. Bir süre bu şekilde yol aldık.
"Eee, o kim?"dedi adam Rüzgar'ı işaret ederek:
"O benim..."başımı arkaya çevirdim ve görünüşe bakılırsa Rüzgar çoktan gözlerini yumup uykuya dalmıştı. Nasıl ve ne ara olmuştu bu?
Eğer durum buysa söylediğim yalanları da sorgulayamazdı değil mi? Gerçe bunu daha önce de duymuştu. Belki farklı bir versiyonunu.
"Abim."
"Öyle mi? Pek benzemiyorsunuz."Acaba kuzenim deseydim daha inandırıcı olur muydu diye düşünmeden edemedim.
"Birbirlerine hiç benzemeyen onlarca kardeş var."
"Öyle olsun bakalım." dedi adam inanmayan bir sesle ve yüzünde hesaplı bir gülümsemeyle. O son cümleyi söylememeliydim. Kesinlikle kötü bir yalancıydım.
"Söylesene gülüm, seni ne yollara düşürdü böyle?" derken yavaşça oturduğum yere doğru kaykıldı. Pencereye doğru çekildim. En azından dürüstçe cevaplayabileceğim bir soru yöneltmişti.
"Zorunluluk."
"Ya, demek kader kurbanısın."
"Öyle de denebilir." dedim ve bunu derken sesim kendimden pek emin çıkmamıştı.
"Kurtarayım mı seni kaderinden, ister misin?" Bana doğru biraz daha kaykıldı. Herif doğru düzgün yola bakmaya bile tenezzül etmiyordu.
"Yo, kesinlikle bununla başa çıkabilirim. Hem önüne baksan daha iyi olmaz mı?"
Bana doğru biraz daha yaklaştı ve bacağımı kavradı. Bu herifin niyeti hiç de iyi değildi.
"Arabayı durdurur musun? İnmek istiyorum."diye bağırdım.
"Çok yazık oysa daha yeni binmiştin."dedi adam ve yüzünde iğrenç bir gülümsemeyle. Panikle atan kalbimin sesini kulaklarımda duyabiliyordum. Yanağımın kenarını ısırdım. Bir elimle koltuğun derisini gardımı alarak tutuyorken diğer elim yumruk hale gelmişti.
"Sana 'Arabayı durdur.' dedim."diye konuşmuştum kararlı ve tok bir sesle. Bir an olsun kendi sesime yabancılaşsam da bu böyle durumda iyi bir şeydi. Bu kadarını yapabileceğimi doğrusu ben de tahmin etmemiştim.
Adamın gazda olan ayağını tekmeledim ve yumruğumu yüzüne yönlendirdim. Tekmem başarıya ulaşmıştı ama adam yumruğumu havadayken tuttu Elimi tuttuğu yerden kurtarıp var gücümle adamı yana doğru ittirdim. Araba yolun kenarındaki sazlıkların arasına dalarken tek duyduğum tiz bir fren sesiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasíaSırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...