Zökar kuruldugu tahtında tam konsantre olmuş biçimde gözlerini kapatmıştı. Çürümüş, bu dünyaya dair her şey bozuk ve kabul edilemezdi. Bu meditasyonu hem şu an bulunduğu mevcudiyetini korumak, hem de idealize ettiği şeyleri evrenin başka bir taraflarında realize edebilmek için yapıyordu. Sonunda bu sakat, varoluşu boyunca kendini tahrip eden dünyadan kurtulacak ve herkesi de kurtaracaktı. Ona ızdırap veren herşeyden hesabını soracaktı. Bu dünya tarihin çöplüğünü boylayacaktı. Pislik, kokusmuş insanlar, hepsi lanet içinde kıvranmaya mahkümdular.
Karargâhta genellikle günler böyle geçiyordu. Zökar aktif planlarını yürütmediği zamanda gayesine giden yolda seyreltimemiş konsantrayonda tasarlamalar yapıyordu. Merinda ise delice projelerindeki ayrıntılarla ilgileniyordu. Sıra sıra dizilmiş bedenler ahenk içinde yürüyorlardı. Sorgulamadan bilgisayara bağlı diyotların önünde duruyor ve devrelerindeki rutin arıza kontrollerini gerçeleştiyorlardı. Çürümeyi önleyecek ve aksonların iletim yapmasını engellemeyecek biçimde mumyalanmışlardı.
Deniz ürkütucü bir şekilde ahenkle hareket eden bu bedenleri farkedilmeden takip etmenin bir yolunu bulmuştu. Tek yapması gereken yüzünü kapişonun gerisine saklamak ve bir elektrozombi gibi kesikli kesikli hareket etmekti. Böylece buranın nasıl çalıştığı hakkında daha fazla bigi alabilir, hatta çıkmanın bir yolunu bulabilirdi. Sahi ne kadar olmuştu? İki hafta, üç hafta... Ümidini yitirdiği gün öldüğü gün olabilirdi.
Bedenlerin gerisinde durdu ve edevatların bağlı bulunduğu bilgisayara yakından baktı. Görünüşe bakılırsa burada faydalı bir şey yoktu. Tekrar bedenlerin arasına katıldı. Onlarla birlikte yürürken büyük bir girişin ardındaki dev tüpler ve metalden yapılma tuhaf şekilli çember dikkatini çekti. Bu önceden kapatıldıkları tüplerden olmalıydı. Sıradan ayrıldı fakat kapıdan girerken temkimliydi. Zökar genelde burada olurdu. Eğer kendisini görürse işi bitmişti. Merinda'dan çok daha tehlikeli olabileceğini tahmin etmek zor değildi.
Bu gün yerinde görünmüyordu. Yine de her ihtimale karşı arıza yapmış bir robot gibi metal çembere yaklaştı. Beş tane delik, metalin üzerine kazılı işaretler... Buradaki her şeyin aksine bu garip nesnenin dizayn tercihleri biraz daha farklıydı. Ne Zökar'ın kişiliğini yansıtacak kadar karanlık bir havası vardı, ne de Merinda'yı anımstan sert hatlı modern bir görünüşteydi. Çemberin metali hala parlak olmasına karşın onu dikey tutan tahtalar oldukça eskiydi. Ve yerdeki mermer işlemeli zemin...Tarihi bir organizasyonun işi gibiydi. Gize'deki piramitler gibi.
Merinda her zamanki gibi elindeki gereçlerle neler yapabileceğinı teorize edip heyecanla projelerini gerçekleştirebilmek için önündeki kağıdın önünde kafa patlatıyordu. Modern bilim insanları etik meselelere çok fazla kafaya taktıkları için güçsüzlerdi. Bilgisayar başında grafik izleyen ticaret erbapları ve parayı elinde tutan dev zenginler ise ince meselelerden anlamayacak kadar cahillerdi. En akıllıları ise uyuşturucuya, insan kaçakçılığına bulaşıp kara para aklayacak kadar yaratıcıydılar. Oysa önlerinde bulunan fırsatlar sonsuzdu.
Geriden gelen vurucu ayak sesleri Merinda'yı bu düşüncelerinden ayırdı. Zökar'dı bu. Elindekileri bırakıp diz çöktü.
Zökar girizgâhı geçti ve derhal sorusuna yöneldi.
"Zindan kaçağından haber var mı?""Tüm fırsatları kullanarak detaylı bir arama yaptığımdan şüpheniz olmasın efendim. Çember daralıyor."
"Öyle mi?"dedi Zökar üstten konuşan bir sesle.
"Bulamask bile buradan çıkması zaten mümkün değil. Söylediğiniz gibi burayı siz dizayn ettiniz."
"Ah acınası insanlar, aşagılık varlıklar..."dedi Zökar kendiyle konuşur gibi.
"Size sunulan fırsatlara karşı ne kadar nankörsünüz."
Merinda soran gözlerle karşısındaki adama baktı. Gri tenli, kızıl gözlü kalbi uzun zaman önce atmayı bırakmış adama. El pençe divan durup egosunu okşuyordu. Yine de kastettiği şeyleri sindirerek düşünduğünde bile kalıplı bir yere oturtmakta zorlanıyordu. Yine de kaçık olduğunu itiraf edemezdi. Burada durmasının sebebiydi. Gücüyle, sözleri gerçeği anlatmasa bile çelişmiyordu."Bahsetiğimi idrak edemeyecek kadar biçare olmadığına seni ikna edeyim. Onu aramak hiç bir zaman öncelikli amacın olmadı."
Zökar elini Merinda'nın boğazına yaklaştırdı. Merinda derin bir nefes almak için debelendikçe ciğerleri daha hızlı büzüşüyordu. Tarifi olmayan bir acı veriyordu.
"Kendince eğleniyordun Merinda, makinalarla, bu ölü bedenlerle... Keyfin yerindeydi, bana niye biat edecekmişsin ki?"
Zökar kızıl gözlerini Merinda'ya tehtitkar bir biçimde dikti. Yanına yaklaştı ve ızdırabı maksimize etmek için kudretle elini yumruk yaptı. Merinda acı beliritisi göstermemek için dişlerini birbirine kenetledi. Bu ne ilkti, ne de son.
"Küstah ve oldukça nankörsün Merinda. Umarım anlaşılmıştır. Bir dahaki sefere bu kadar merhametli olmam."
Zökar arkasını döndü ve aheste aheste geldiği koridoru yürüyerek yeniden geçti. Dizlerinin üzerinde kendini bulan Merinda Zökar ızdırap vermeyi bıraksa bile dişlerini sıkmayı bırakmadı. Dediğini yapacaktı yapmasına ama kimse açıksız değildi. O açığı bulacağı gün için buradaydı. Gücünden güç çalacağı gün için. Yine de Zökar'ın tamamen mahvolmasını istemezdi. Bu durum daha çok "apatik" bir durumdu. Eğer yollar kesişiyorsa benzer amaçlar varsa neden yitip gitmesini istesindi ki? Varlığı yaptığı deneylere, tasarladığı makinelere engel değildi. Kendi amaçlarına giden yolda imkan sağladığı bu koşullarda Merinda'da pek tabii onun emellerini destekleyebilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adaletin Elçileri
FantasySırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi d...