İtalik yazılara gelecek, düz olanlar geçmiş. Medyayı düz kısma gelince açın.
"Annem..." Titrek ses gök gürültüsüne karıştı. Işık, kadının derin çizgilerin belirginleştirdiği eline kondu ve oğlunun anlını okşayan elini görünür kıldı.
"Hadi Mete'm." Dedi kadın. Düşen gözyaşı oğlunun bedenini buldu. "Fırtına bizi saklıyor oğul, uyanmazsan gelirler Mete'm. Seni almaya gelirler oğlum." Elinden gelen en güçlü şekilde salladı onu ama yetmiyordu gücü. Uyanmıyordu candan can bildiği oğlu. Ne yaparsa, ne derse desin uyanmıyordu. Geçen her saniyede korkusu büyüyordu kadının.
Dayanamayarak anlını Mete'nin göğsüne dayadı. Oda hıçkırık sesleri ile doldu. Dakikalarca ağladı kadın. Sadece ağladı, elinden bir bu bir de oğlunun adını anmak geliyordu. Su gibi akıp giden dakikaların ardından başka bir ses doldurdu içeriyi. Bu ses kadının çıkardığı sesleri bir bıçak gibi hızla kesti.
Çalan kapıyı sadece kadın değil, hareketsiz yatan oğluda işitti. Kadının yüreğine korku veren bu ses onu pek eski olmayan güzel anıların kucağına bıraktı.
Aynen böyle çalmıştı kapı. Çok değil, birkaç gün önceydi. Kapıyı açan Mete'ydi. Zaten yol gözlüyordu o günlerde. Ne zaman caddeden araba geçse, yakında biri koşsa ya da rüzgar esse sallanıyordu eski kapı. O da her seferinde Ali sanıyordu.
Dört Gün Önce
Sağ dizinden güç alarak kalktı sandalyesinden. Sol ayağı yeri bulamadan sendeledi.
Ahmet içki masasından kalkan arkadaşının sarhoşluğunun farkında bile değildi. Mutluğun sarhoşluğunda boğulan sarışın oğlan çoktan masa başında uykuya dalmıştı. Son kadehleri de tek içiyordu Mete.
"Geldim Ali!" Dedi Mete kapıya doğru. Gelenin kim olduğunu bilmiyordu ama kalbi, dilinden erken davranmıştı. Gelenin Ali olmasını istiyordu.
Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere ve saatler günlere döndükçe onun umudu da sönüyordu. Arayacak kimsesi yoktu. Kimseye soramazdı Ali'sini. Ali de arayamıyordu onları. Tüm gözlerin üzerinde olacağını tahmin etmişlerdi. İki hafta habersiz kalacaklarını biliyorlardı ama planı yapmak ve yaşamak bir değildi işte. Beklerken ölüp ölüp dirilmişti Mete. Gelemeyecek gibi hissediyordu. Kapıya da Ali'nin adıyla gitse bile bu inançsızlıkla açtı kapıyı.
Alkolle dağılmış kara gözleri, Ali'nin hevesli mavi gözlerini bulduğunda birkaç saniye öylece bakakaldı. Şokunun yerini mutluluğu aldığında bir hayale bakar gibi yorgun ama hayran şekilde baktı Ali'ye.
"Bu ne hal lan?" Ali'nin alaylı söylemi Mete'yi tatlı hayalden daha tatlı bir gerçekliğe bıraktı.
Az önce güçsüzlükle sendeleyen bacakları gitti de yerine dik duruşu ve güçlü kolları geldi. Ali'yi çektiği gibi kollarının arasına aldı. Çok uzun sürmedi bu hali, tenine değdiği anda erimiş gibi kaybetti gücünü. Ali'nin kollarına ağırlığını bırakırken gözleri de yumuldu. Ali, Mete'nin ağırlığını daha fazla taşıyamayarak onunla birlikte çöktü yere.
Anice değişen yüzü, ağır alkol kokusu ve orantısız gücü sarhoş olduğunu gösterdiği için bu halini sorgulamadı Ali. Sadece ayak uydurdu.
"Uyan Edib, yârin geldi." Bahsettiği kendisi değilmiş gibi alaylıydı sözleri. Acısını şakaları ile dışarı atıyordu Ali.
Sözleri Mete'yi ayıltmayınca çenesinden tutarak başını kaldırdı. Göz kapakları aşağıda olsa da gülümsüyordu esmer oğlan.
"Uyan Mete! Uyan bak geldim sana." Önce saçlarını okşadı, bu uyandırmayınca hafifçe vurdu eliyle.
"Uyan oğlum, geldiler! Hadi Mete'm." Aklında Ali'nin sözleri dönerken annesi de aynı anda aynı cümlelerle çağırıyordu onu. Annesinin yalvarışlarına yanıt vermedi esmer oğlan. Zira o anda aklında Ali'ye yanıt veriyordu.
İlk yanıtını gözlerini açarak, ikincisini de hayallerini süsleyen dudaklara yapışarak verdi. Ali, Mete'den gelen buram buram alkol kokusuna rağmen uzaklaştırmadı sevgilisini. Kokunun altındaki Mete'yi duyumsuyordu. Ensesindeki elini yukarı çıkararak saçlarından tuttu onu ve iyice kendisine çekti.
"Başardık." Dudakları ayrıldığı ilk anda konuştu Ali. "Daha içmene gerek yok, başardık." Mete sözleri umursamayarak öpmeye devam etti. O böyle anlıyordu kazandığını. Artık engel yoktu; korku, nefret, keder hiçbiri yoktu. Ali vardı sadece, Ali'nin gök mavisi gözleri, yumuşak dudakları ve gözlerinden parlak geleceği vardı.
Gözyaşı sıcaklığını kaybetmeden indi yanağına, oradan da dudaklarını buldu. Ali de hisseti Mete'nin mutlulukla akan göz yaşını. Onun yanağına da sürüldü sıcak yaş.
Dudaklarını uzaklaştırıp alınlarını birleştirdiğinde uzanıp baş parmağı ile sildi Mete'nin göz yaşlarını.
"Biz ağlamayacağız, tüm dünya ağlayacak Mete ama biz ağlamayacağız."
Kilometrelerce uzakta bu cümle dönüyordu Mete'nin aklında. O anda ne bilinci yerinde ne de kasları kontrölündeydi ama yine de bir yaş aktı sağ gözünden.
O sırada annesi omzuna dayadığı silahı ile ilerledi kapıya. Mete'nin açtığı kapı gibi mutluluk karşılamayacaktı kadını.
Dışarıdaki düşmandan korkuyordu ama bu korku onu güçsüz kılmıyordu. Oğlu için savaşacak kadar güçlüydü. Kimsenin onu almasına izin vermeyecekti.
"Meyhane etmişsiniz burayı. Canan nerede?" Radyodan çalan şarkı kulağına dolarken konuştu Ali.
"Eller erdi murada, ben murada ermedim." Diyordu türkü.
"Uyuyor." Dedi Mete kıkırdayarak. "Ahmet de sızdı kaldı. Zaten benim için oturmuştu masaya."
"Ben, senin derdini..." Elini kapı koluna atarak güç aldı ve kendisiyle birlikte Mete'yi de kaldırdı. "İki saat beklesen gelecektim, ne ağlamışsın yokluğumda."
"Bekledim, gelmedin." Bir çocuk gibi inatla karşı çıktı Mete. Bir ömür beklemiş gibi hissediyordu.
Ali'nin zoruyla attığı adımları sonunda oturma odasını buldu. Ali onu oturttana kadar yanıt vermedi.
"Kalbine baksaydın ya it! Evli barklı insanların yanında beni bulmak için içiyorsun." Gözleri Ahmet'i bulduğunda gülümseyerek konuştu.
Kaçtıktan sonra ikisinin evlendiğini biliyordu. Böyle planlamışlardı. Yerlerinin bulunması durumunda ailelerin geri dönülemeyecek kadar ileri dediği seviyeye gelmeleri gerekiyordu.
"Sahi evliler." Ali'den sonra Mete de anlını masaya yaslanmış arkadaşına baktı. Onun mutluluğu ile gülümsedi. Sonra gözlerini yukarı, mavişine çıkardı. "Biz de evlenelim." Dedi ayağa kalkmak için hamle yaparak. Ali onu omzundan iterek geri oturttu ama Mete bileğinden yakalayarak onu da kendisiyle birlikte çekti.
"Hem bu düğününü kaçırmış da olmam." Geçen seferkinde arabada beklemişti.
Ali elinin sırtını Mete'ye doğru döndürdü. Canan'ın yüzüğü gitmişti ama Mete'nin seçtiği duruyordu. Kaşlarını kaldırıp indirerek yüzüğü işaret etti.
"Zaten evliyim ben, sen kendi derdine yan." O uzun bir süre önce daha dudakları aşkının tenini bulmadan takmıştı bu yüzüğü parmağına.
Ah be! Neredesin be Ali'm?
Bu arada bu üç günden sağ çıkacaksınız bana güvenin ama yaralanabilirsiniz de ona söz vermiyorum :)
-Lisa