Bölüm şarkısı medyada eş olarak okuyun.
"Kara gözlüm sevdalanmış..." Radyodan gelen melodi Ali'nin sesinde can buldu. Bardakların içinde dönen çay kaşıkları yüzünden pek seçilemedi sesi.
"Kime dedim? Yar sana dedi." Oturduğu masanın hemen yanı bile işitmedi onu ama kulağı hem melodi de hem de sevdiğinde olan Mete işitti. Dudakları istemsizce yukarı doğru kıvrılırken başını aşağı eğerek sakladı aynı masada oturduğu Ahmet'ten.
Hemen arkasındaydı Ali, sırt sırtta oturuyorlardı kahvede. O gülüşünü bastırmaya çalışırken devam etti sevdiceği; "Sabaha dek uyumamış. Niye? Dedim, sorma dedi." Bu sefer sesini biraz daha yükselterek okudu şarkıyı.
Birkaç kafa ona döndü ama umursamadı. O an ilgilendiği tek şey yıllardır kendisine yapılan ama bilmediği serenatlara karşılık vermekti. Yedi yılı kapatmaya bir yerden başlaması gerekiyordu.
"Gül kokuyor ak gerdanında..." Mete, Ali'nin ışıkları tek başına üzerine almasını engelleyerek girdi şarkıya. Arayı kapattırmayacaktı belli ki.
"Yine beni görmüş rüyasında..." İkinci seferde o da yükseltti sesini. Ali onun söylemesinden faydalanıp yudumlamak için çayını almıştı ki, duyduğu kısımla çayı boğazına kaçırdı.
Bir an Mete'nin rüyalarını bildiğini sanmıştı, bilmesinin imkanı yoktu ama sesindeki imalı tona aldanmıştı. Arkadaşları sırtına vururken öksürdü. Mete arkasını dönerek baktı ona.
"Yavaş İzmir'li, içemiyorsan abanma." Sesindeki ima kaşlarına da çıktı ve kaldırıp indirdi onları. Öyle her yiğidin harcı değildi karşılıklı şarkı okumak.
Ali gözlerini kısarak kinle baktı ona, aynı zamanda uzatılan suyu içiyordu. Ne zaman aklına rüyaları gelse sanki biliyor, görüyormuş gibi o haline dönüyordu Mete. Daha alayla bakıyor, daha hınzır gülüyor, lafını esirgemiyordu Ali'den.
Biraz daha toparlanıp yerine oturduğunda sandalyesini yan döndürdü. Sırf Mete'ye inadından yapacaktı, Mete onu küçümesedikçe misilleme yapacaktı o da. Ali de içebilirdi. (Metafor)
"İki kolun arasında ölem dedim, dur yapma dedi! Yâr yâr..." Yapma kelimesini bastırarak söylemişti, tıpkı Mete'nin ona yapma diyişi gibi. Kendi dili ile itiraf etmişti esmer oğlan. "Yapmasan halim nice olurdu?" Demişti.
"Sesinde güzelmiş." Dedi ileriki masalardan biri. "Necdet bir onu övmemişti, meğer onu da sen gösterecekmişsin." Kendi sözlerinin ardından kahkahaya boğuldu. Necdet'in pek sevgili damadıyla ilgili sözlerini bilen herkes de güldü bu lafa.
Ali'nin kaşları çatılırken mavi gözleri çay ocağında olan Necdet'e kaydı.
"Necdet Abi durup durup bunu mu övüyor?" Metin de katıldı alaya. Ali'nin tokadını ensesinde hissedene kadar da güldü.
"Seni kendine alacak." Ferdi, Ali'ye doğru eğilerek konuştu. "Aşık olmuş adam ellisinden sonra."
"Karışmayın damadıma!" İçeriden yükselen ses konunun muhatabının gülüşleri duyduğunu gösteriyordu.
Ali bir laf etmemek için dudaklarını dişledi. Canan'la ayrıldıktan sonra da böyle sevecek miydi Ali'yi? Yoksa kızımı patlatıp attın diye kapısına mı dayanacaktı? (Kelimeyi Necdet söyleyebilir diye Ali de düşünüyor. Normalde öyle bir şey söylecek biri olduğu için değil.)
Ali, Necdet'in sözde sevgi dolu yeşil gözlerinde ölümünü bile görebileceğini biliyordu. Özellikle Ali'nin kalbini biliyor olsa, böyle koymazdı elini Ali'nin omzuna. Hemen arkasında oturan Mete'nin dudaklarının tadını bildiğini bilse, o dudaklar bir daha kıpırdayamayana kadar vururdu.
"Ali!" Dedi kahvedekilerden çok daha ince, güzel bir ses. Ali o tarafa doğru baktığında Canan'ı gördü. Kız birkaç metre öteden çağırıyordu onu.
"Git oğlum, nişanlının yanına." Necdet elini Ali'nin omzundan çekerek işine döndü. Ali'ye kalsa onay almayı beklemezdi ama babasının onayı onun kalkmasından önce gelmişti.
Ali ayaklanarak Mete'nin masasının yanından geçti, diğerlerinin kafaları masalarına dönerken Ahmet ona bakmayı sürdürüyordu. Mete'nin gözleri ise Ahmet'teydi.
Ali uzaklaştıktan sonra Mete'nin Ahmet'e bir şeyler dediğini ve sarışının yüzünün iyice düştüğünü göz ucuyla gördü.
Yanına vardığı gibi hızla konuşmaya başladı Canan.
"Annen yolladı beni." Gözleri Ali'den başka yana konmuyordu. "İş mi, ne bir şey varmış. Herkes bilmiyormuş gibi daha da inatla beni yolladı herkesin gözüne sokmak için." Sesi öfkeli olsa da dışarıya belli etmemek için gülümser gibi konuşuyordu. Ali yakınından görüyordu kızın kasılan çenesini.
"Mesaj atsaydın ya." Ali konuşurken Canan'ın yeşil gözleri onun omzunun arkasına birkaç saniye için kaydı ve sonra hemencecik döndü.
"Düşünemedim ne yapayım? Ben de meraklın değilim." Canan yine Ali'ye çemkirirken öfkesinin altında bir neden daha olduğunu anladı Ali. Yerde ritim tuttuğu ayağı, önde birleşmiş kolları ve özellikle bir tarafa baktırmadığı gözleri ile sinirinin tek kaynağının Ali'nin annesi olmadığını gösteriyordu.
Ali omzundan arkaya baktığında Ahmet'in gözlerinin onlarda olduğunu gördü. Tekrar önüne döndüğünde aklına dank edenle kocaman açılmıştı gözleri.
"Canan!" Dedi şaşkın bir nidayla. Canan'ın hüznünü biliyordu ama kızın ağzından bir şey çıkmadığı için beklememişti bunu.
"Sen bana söylemedin!" Şaşkınlığı gücenmeye evrildi. Canan, Mete'yi ve Ali'yi biliyordu ama kendi aşkını söylememişti ona.
"Söyleyecek ne var Ali? Söyleyecek bir şey mi kaldı? Ben nişanlımın yanındayım zaten." Öfkesi Ahmet'eydi. Geçen gün duyduklarını hala atlatamamıştı. Öfkesinden elindeki tek resmi de yırtıp atmıştı. Sonra oturup bunun için ağlamıştı. Bir daha nereden bulacaktı onun resmini?
"Ben gidiyorum!" Ali'ye cevap hakkı bırakmadan arkasını dönmeye çalıştı ama Ali onu elinden tutarak tekrardan kendisine çekti.
Kızın elini özellikle kahveden görünecek bir şekilde kavradı. Canan ne yaptığını anlayamazken elini çekmeye çalıştı ama Ali sıkı tutuyordu.
"Arkaya bak Canan." Ahmet'in onları izlediğini biliyordu.
"Ali..." Canan'ın gözleri bir türlü ayrılmıyordu Ali'den.
"Arkaya bak ve gör onu." Ali, Canan için kalktığında bile bir garip bakmıştı Ahmet. Öylesine bir şey olsa umursamazdı o da ama belli ki susturuyordu kendisini.
"Ali kalbime umut koyma. Bununla yaşamayı sen bilmezsin." Ali'de kalan yeşil gözleri titriyordu.
"Sen de Mete gibisin Canan, umut kötü şey sanıyorsun ama yapma. Bu umutsuzluklar yaktı sizi. Sadece ona bak, bak ve gör." Kız daha fazla dayanamayarak kaydırdı gözlerini. Öfke ve hayal kırıklığı ile bakıyordu Ahmet. Sözlerinde dediği gibi geçmişte bırakmamıştı belli ki bazı şeyleri. Bırakan biri böyle bakmazdı ona.
"Şimdi mi aklı başına gelmiş?" Dedi Canan öfkeyle. "Zamanında eli uzanmadı bana, şimdi başkasınınkini tutarken izlesin it." Gözlerinden akan yaşa aldanmadan kendi yarasını kanata kanata Ahmet'te yara açıyordu Canan. Elini Ali'den kurtararak yoluna gitti.
Bıkkınca ofladı Ali. Bu sarmaşıktan önce kendini kurtarmak istemişti, sonra Canan girmişti içine. Tam çıkar yol buldum derken Mete gelmiş ve iyice çıkmaza sokmuştu, şimdi Ahmet de girerek iyice çözülmez bir düğüm yapmıştı.
Tek çözüm gitmekken topraklarına bağlı iki genç aşık olduğu ikisini de kalplerinde tutarak buraya ve kaderlerine tutsak ediyordu.
Hadi gel de çık işin içinden!
(Aklımda kitabın finali dışında belli hiçbir şey yok. Onun için ben de sizin gibi olurken öğreniyorum yani ben de Ali gibi işin içinden nasıl çıkarım bilmiyorum.)
-Lisa