Ali tüm geceyi camda geçirdi, Mete'yi uyuması için zorladı ama tüm ısrarlarına rağmen Mete uyumadı. Gizlice izliyordu onu. Yıllarca kendisine ev sahipliği eden camda Ali'yi görmek garipti. Gittiğinden beri dönmesinin hayali ile bakardı onun camına. Şimdi Ali o camda oturmuş bakıyordu dışarı.
Gün aydınlanana kadar böyle geçti, Ali'nin gözleri doğan güneşteyken Mete odasını hiç karanlık kılmayan kendi güneşine bakıyordu.
Sonunda gözlerini yumdu. Birkaç dakikanın ardından Ali de sigarasını söndürerek camı kapattı. Gözleri Mete'ye kaydı. Artık gitme zamanı gelmişti, yeterince rahatsız etmişti arkadaşını.
Ona belli etmeden kalkmak istedi ama hareketlenmesi ile Mete'nin gözleri açıldı.
"Hiç kalkma." Dedi Ali. Eli kapının kulbundaydı. Mete yine de doğruldu.
"İstediğin her zaman gelebilirsin, kapım açık." Ali onun bu cömert teklifine karşı gülümsedi. O bunu Mete için yapar mıydı? Bir gece öncesine kadar cevabı hayırdı.
"Kafanı dağıtmak istersen akşam yanıma gel, bizim çocuklarlayız. Kalabalık iyi gelir."
"Teşekkür ederim."
*
Oturduğu kahvaltı sofrasında gözleri tabağından ayrılmadı. Aklında Mete'nin dillendirirsen gerçek edersin diyişi dönüyordu.
Eve geldiğinde ne annesi ne de babası ses etmişti ona. O da bundan korkuyordu en çok. Kabul edip geldiğini mi düşünüyorlardı? Yoksa onlar mı geri adım atmıştı? Bilmiyordu. Yine de annesinin buyur ettiği sofraya oturup yedi yemeğini.
Evde kalamayacağını bildiği için gitse bile kopmadığı arkadaşlarına yazdı. Dünkü sözleri işitmese onların yanına gidecekti.
Kahvede ayarlanan buluşmaya gitmek istemedi önce, Necdet Abi'yi görmek istemiyordu ama kaçarsa bir şey olduğunu kabul ederdi. Dün gece hayır demişti ve bitmişti bu konu.
Kahveye bu düşüncelerle adım attı. Ona dönen sevinçli gözler bütün dertlerini alıp götürdü.
"İt oğlu it!" Duyduğu en özlem dolu cümlerden bile daha sıcak geldi Ferdi'nin sesi. Ali'nin omzuna kolunu atarak kendisine çekti.
"Yavaş lan!" Ali karşı çıkmaya çalışsa da Ferdi başını eğmiş, kafasını öpmüştü bile. İzmir'e, Ali'nin yanına gelip gitmişlerdi ama yine de temelli dönüşü gibi olmuyordu hiçbiri.
"Bırak çocuğu bir soluklansın." Metin, Ali'nin kolundan tutarak kurtardı arkadaşının elinden.
Masaya oturduğunda iki arkadaşını tamamen görebildi. Onlara bakmak gitmeden önceki zamanı hatırlattı Ali'ye. Altı yıl önceki yeni ergenler geldi gözünün önüne.
"Anlat paşa izmirli kızları." Dedi Metin. Ali oflarken geçen altı yılın arkadaşının ergenliğinden bir şey götürmediğini fark ediyordu.
"İzmire okumaya gittik be Metin be!" İzmire geldikleri zamanlarda olduğu gibi sarhoş gecelerin dürüstlüğü yoktu üstünde. Olsaydı birkaç hikaye anlatırdı.
"Kahvedeyiz diye mi ağzın sıkı?" Ali cümlenin altındaki anlamı söylendikten birkaç saniye sonra anca anlayabildi. Sözü söyleyen Ferdi de biliyordu söz olayını. Tıpkı babasının söylediği gibi herkesin kulağına gitmişti.
"Neden bana söylemediniz?" Dedi Ali. Madem herkes biliyordu, buraya gelip adama sarılmadan uyarabilirlerdi onu.
"Emmi kapattı ağzımızı." Babası orada kalmasından korkardı. Onun için daha gelmeden onlarca iş imkanı sunmuştu Ali'ye, işi bahane edip kalmasın diye. Geri dönmez diye Canan olayını açmamıştı belli ki.
"Siz de onun sözüyle sustunuz mu? Aferin!" Arkadaşları sessizliğe gömülürken çay ocağından çıkan Necdet Abi'yle Ali de sustu.
Adam Ali'nin önüne bir bardak çay bırakırken bir yandan da yan masalarla konuşuyordu ama yine de Ali'ye bakarken en sıcak gülüşünü yolladı. Ali elinden geldiği kadar gerçek tutmaya çalıştı gülüşünü.
Necdet'ten gördüğü gülüşün altında eziliyordu. Tıpkı dün Mete'nin iyiliğinin altında ezildiği gibi. Karşılığını veremeyeceği iyilik omzuna yük olarak biniyordu.
Gözlerini Necdet'ten ayırdı ve telefonuna baktı. İlgisini dağıtacak herhangi bir şey istiyordu. Uygulamalar arasında gezindi ama hiçbir şey bulamadı.
"Hoş geldin kara prens." Dedi Metin. Ali hoş geldin lafını duyunca üstüne alınarak kafasını kaldırdı ama Metin kendisi gibi yeni gelen bir başkasına, Mete'ye bakıyordu.
Mete ona başla selam vererek yoluna devam etti. Sadece kahvenin önünden geçiyordu kara saçlı oğlan. Ali ona baktığında Mete çoktan arkasını dönmüştü.
"Kara prens ne lan?" Ali, Metin'in taktığı lakabı garipserken Ferdi güldü.
"Sürekli siyah giyiyor bir de esmer ya lise sonda birkaç defa fizikçi öyle seslendi. Sonra içeri de girince öyle kaldı. Metin dışında kimse diyemiyor da..." Metin ve Mete kuzen oldukları için yakınlardı. Ali de aslında oradan tanıyordu Mete'yi.
"Kimse diyemiyor derken?"
"Mete bayadır yok. İzin günleri oluyordu, gelip gidiyordu ama bizim mahalleden kimseyle yakın değil. Üst mahalleden çocuklarla takılıyor. Bir de içeri girdi falan bizim oğlanlar pek yaklaşmıyor ona." Metin kuzeninden bahsederken bir soğuklukla anlattı onu. Oysaki Ali altı yıl önce nasıl biliyorsa dün gece de öyleydi Mete. Bir lakabı söylerken çekinilecek biri değildi.
"Babası işi ona bırakıyormuş, teyzem anneme söylerken duydum." Metin ortaya söyledi lafı.
"Babasının işi ne?" Diye sordu Ali merakla.
"En son baktığımda merkezde kuyumcuydu." Dedi Ferdi alayla. Metin onun omzuna vurdu ama o da güldü söylediklerine. Ali ise aralarında dönen espriyi anlamayarak gözlerini kıstı.
"Saman altı su yürüttü sonradan duyulunca polislik olmuş diyorlar. Kimse tam olarak bilmiyor ne olduğunu." Mahalle oldukca küçük olmasına rağmen kimse olanları bilmiyorsa babası da Mete gibi sıkı ağızlı olmalıydı.
"Mete neden içeri girdi?" Ali bunu deşmeyi düşünmemişti ama şimdi bu masada konuşulan çocuk dün birlikte sigara içip dertleştiği kişiye benzemiyordu.
"Babası yüzünden ama tam olarak bilmiyorum." Kuzeni bile olanları bilmiyorsa gerçekten Mete'de dün geceki kibar çocuktan fazlası vardı.
Bölümü biraz daha uzatacaktım ama o zaman bugün gelmezdi ondan birazcık yarım gibi oldu. Affedin canlar.
-Lisa
