Mete
Sevda neydi? Birçok çesidi olan duyguların en yücesi sevgi...Yaşlı kadın ateşten kurumuş bezi alarak tekrardan ıslatmaya gitti. Dudaklarına doladığı ninni ile rahatlatmaya çalışıyordu oğlunu.
Sağanak yağmura eş gök gürültüleri onu nicedir korkutuyordu ama bu sefer ki bir başkaydı. Şimdi bu derme çatma kulübenin içinde, çatının her yanından yağmur suyu gelirken bir ayrı korkuyordu. Yağmur karanlıkta gelenlerin seslerini saklar, oğlunu kurtaramadan ondan alırlar diye korkuyordu.
Bezi geri getirerek oğlunun anlına koydu ve uzun uzun seyretmeye daldı.
Yaraları kandan temizlemişti. Yumulu gözleri göz kapaklarının ardında sürekli hareket ederken rüyada bile avlıyorlar onu diye düşündü annesi.
Sevginin en gerçek hali oğlunu yaşatmaya çalışan anneye göre kendisinin duyduğu sevgiydi. Saftı, oğlu ne yaparsa yapsın dinmezdi sevgisi.
Biliyordu ki oğluna sorsalar başka türlüsünü söylerdi. Onun sevgisi bencildi. Tüm sorunları peşinde getirmişti. Ailesini, kimliğini, geleceğini düşünmeden sevmişti oğlu. Bir deli sevda koymuştu onu bu hale.
Kadının dudadığındaki ninni akan göz yaşı ile ağıta evrildi. O her şeye rağmen seviyordu oğlunu, gözlerini açsın istiyordu ama oğlu gözlerini açsa bir saniye için bile durmazdı. Sağanak yağmura aldanmadan koşardı sevdiğine. Bir daha giderdi ölüme.
3 ay önce
Beyaz boyalı evin içinden yükselen et kokuları hemen ilişiğindeki evden gelen dolma kokusunu örtüyordu.
İki evin hanımları da bugün gelecek olan oğullarına özel hazırlıyordu en sevdikleri yemekleri. Kuzularının kokuları burunlarında tüterken yemek kokusunu almıyorlardı.
Babaları kahvede çokça söz ettiği için tüm köy biliyordu ikisinin de döndüğünü.
Aileleri aynı sevinci hissetse bile ikisi çok farklı yerlerden geliyordu.
Ali, beyaz boyalı evin oğlu, okuduğu büyük şehirden dönüyordu. Birincilik ile bitirmişti okulunu. Anasının kuzusu, babasının gururuydu.
Mete ise yan evin esmer oğluydu. O, Ali gibi okuldan ya da büyük şehirden dönmüyordu. Bugün tahliye olmuştu mapushaneden.
Herkes biliyordu ikisinin de çıkışını. Ali uzak kaldığı için çocukluk arkadaşı Mete'yi bile zar zor hatırlıyordu, mapustan çıkmasını bırak girdiğini bile bilmiyordu.
Lisenin ortasından beri yoktu Ali. Mete ise çok iyi biliyordu onun ne zaman döneceğini. İçeride kendi günlerini saydığı kadar saymıştı onun günlerini de.
Birini jandarma bıraktı köy meydanına. Mapushanede geçirdiği yıllarda arkadaş olmuştu askerlerle. Diğeri ise otobüsle geldi, babası tarafından karşılandı.
Ali babasının eli sırtında, gururla yürürken meydana, Mete geleli bir saat olmuştu.
"Oğlum geldin lan artık, bırak dışarıya özlemle bakmayı." Ahmet dirseği ile dürttü arkadaşını. Yıllardır parmaklıkların ardında, birkaç saatlik görüş günlerinde görüyordu.
"Etrafa bakıyorum değişmiş mi diye." Söyleminin aksine bakışları etrafta dolanmıyor, yoldan ayrılmıyordu. Diğer yolcuyu gözlüyordu Mete.
"Daha bir ömür buradasın ezberlersin." Ahmet elini Mete'nin omzuna attı. Alayla söylediği sözler belli etmese de kesti Mete'nin gülüşünü.
Sevinçli nidalar ile kara gözleri; arkadaşından, kahvenin sahibi Necdet Abi'ye kaydı. Adam meydana doğru bakıyordu. Kollarını gelenleri karşılamak için açmıştı.
Mete'nin gözleri Necdet'in bakışlarını takip ederken zaman normaldi. Kime baktığını anlamadığı için herhangi bir düşünce de geçmedi aklından. Sonra onu gördü. Yıllar sonra gözleri mavi gözlere değdi. İşte o zaman zaman durdu onun için. Nefesi yarım kaldı. Gözleri ondan başka her şeye karardı. Daha fazla görebilmek için kırpılmadılar bile. Onun bir adımı bir ömür kadar uzun geldi. Durmuş zamanla oldukça mutluydu Mete. Zira bir daha asla bu kadar uzunca bakamazdı ona.
Ali büyümüştü. Lise ikide bırakıp gitmişti okulu. Tabii ki büyüyecekti. Uzamıştı ve daha yakışıklı olmuştu ama Mete her şeyden önce gözlerine baktı. Onlar hiç değişmemişti. Eskisi gibilerdi; su gibi sakin ve dizgin, güvenli bir limandı fakat bu sakinliğin altında gizli bir hınzırlık vardı. Arkadaşlarıylayken çıkıyordu bu sinsi bakışlar.
Mavi gözler kendi kara gözleriyle buluştuğunda zaman eski haline döndü. Mete bir anda ne yapacağını bilemeyerek ayağa kalktı. Herkesin bakışları Ali'de olduğu için Ahmet'ten başka kimse fark etmedi kalktığını. Mete üstünü düzeltmiş gibi yaparak geri oturdu.
"Hoş geldin paşa!" Dedi Necdet Abi, Ali'yi kolları arasına alırken. Ahmet, Mete'ye doğru eğilirken kaşları yargılarcasına kalkmıştı.
"Bu ne zamandan beri mavişi bekler oldu?" Mete omuzunu silkerek bilmediğini gösterdi.
"Bana mı soruyorsun?" İçeride olan oydu. Bu soruyu onun sorması gerekiyordu. Garip bir yakınlık sezmişti bu sarılmada. Nedense rahatsız oldu.
Ali yanlarından geçerken hafifçe baş selamı verdi. Ahmet ve Mete de aynı şekilde yanıtladı onu. Ali, Mete'nin tam arkasındaki koltuğa kurulduğunda Mete çayından bir yudum alıyordu.
Çay tekrardan altlığı bulunca Mete de geriye doğru yaslandı. Okuldayken de böyle hissederdi onu. O zaman Ali önünde oturuyordu. Şimdi arkasındayken de garip bir sıcaklık hissediyordu. Bunu hissetmek için oldukça uzaktı ona ama yine de bir santim uzağındaymış gibi heyecanla attı kalbi.
Ahmet arkadaşına olanlardan bahsederken gördüğü gözleri onda olan, arada çayını yudumlayan biriydi. Her zaman böyle görünmüştü Mete. Böyle sessiz, sakin... Duygularını belli etmiyordu. Arkasında oturan mavi gözlüye karşı hissettikleri kalbinin en derininde, kimsenin ulaşamayağı yerde saklıydı.
Dudakları arkadaşlarının söylediği ile yukarı doğru kıvrılırken gerçekten de mutluydu. Uzun yıllarından ardından Ali'nin yanında olduğunu bilmenin mutluluğuydu bu. Oysaki Ali farkında bile değildi.
Merhabalar, yeni kurgumuza hoş geldiniz. (Umarım seversiniz)
Söyleyecek uzun sözlerim yok sadece mottoyu söyleyerek kurguyu özetleyeceğim ve gideceğim.
Usul usul düşeceğiz sevdaya.
-Lisa