Mete
Ali...
Kalbimin, kalbin için atmaya başladığı ilk günde yaralıydın. Yine sevgin için birilerine karşı gelmiş, yine dayak yemiştin. Evdekilerden çekinmiş de bana gelmiştin. Parmaklarımın tenine ilk dokunuşuydu bu. Yaralarını ilk sarışımdı.
O zamanlar dünyanın en dertlisi bendim sevgilim. En azından ben öyle sanırdım. Oysaki kalbim şimdi gerçek acıyla çarpıyor. Seni her görüşümde yerinden çıkar gibi atıyor derdim. Oysa ilk defa kalp atışlarımı hissediyorum. Her bir vuruş bedenime saplanan bıçaklar gibi. Senin kalbin benimki için susmuşken, benimkinin atması ihanet gibi geliyor.
Ben, sana beni sevemezsin dedim. Ne çok yanılmışım. Sen, beni; benim seni sevdiğimden daha çok severmişsin. Ben ölürüm dedim, sen öldün. Ben öptüğümü hayal ederdim, sen gerçekten öperdin. Sen kaçmak, kurtulmak istedin. Senin hayallerin vardı, okulun, hayatın vardı. Bir de bakmalara doyamadığım, gök gibi parlayan gözlerin vardı.
Mavi gözlerine karanlığı çalan bendim İzmir'li. Kara gözlerimle baktım sana, kendi karanlığım da boğdum seni. Karanlığı ben seçmedim ama seni ben seçmiştim. Üzerime yıktıkları gölgelerin seni ele geçireceğini bile bile sevdim seni. Sana bencil diyip dururken, en büyük bencilliği yaptım Ali'm. Umudunu alıp seni karanlıkla baş başa bıraktım.
Evine varalı dakikalar olmuştu ama bir türlü inemiyordu arabadan. Gözleri yine kendi evinden önce başka bir evde durmuş, yine eski bir cama takılı kalmıştı. Ali'nin orada olmayacağını biliyordu ama yüreğindeki ölmeyen umutla baktı.
Silik bir ışık sızıyordu camdan. Belki de annesi vardı oda da. Kaybettiği oğlunun acısı ile yanan yüreğini, onun kokusunun sindiği eşyalarla dindirmeye çalışıyordu. Mete de isterdi bunu.
Tam o anda arabanın kapısana uzattığı eli donup kaldı. Hiçbir şeyi olmadığını fark etti. Ali'den ona kalan bir resim bile yoktu. Çekmesini engelleyen kendisiydi. Biri görür diye onun çektiği tek resmi telefonunda tutmayan da, şimdi araba içinde yalnız başına dolan gözlerle oturan da oydu.
Kendisine duyduğu öfke ile attı adımını yağmurun yıkadığı sokağa. Ali'nin nerede olduğunu bilmiyordu. Yaşadığını umuyordu ama umudun kalbini sardığı her anda Ahmet'in sözleri dönüyordu aklında. Ne Metin'e ulaşabilmişti ne de Ferdi'ye. Aklında yüzlerce soru ile gelmişti buraya kadar. Ali'nin yerini bilmiyor olabilirdi ama çok iyi bildiği bir şey vardı ki; Mete'nin dokunmaya kıyamadığı teni kurşun ile delen babasının yeri.
Şimdi kendi evinin önünde sağanak yağan yağmurun altında dururken yapması gereken bir hesaplaşma olduğunu biliyordu. Ailesi Ali'yi öldürerek kendi oğullarını toprağın altına sokmuşlardı. Mete onların da aynı şekilde hissetmesini istiyordu; acısında boğulmalarını ya da acıya son verip onu Ali'ye kavuşturmalarını istiyordu.
Attığı her adımda sona gittiğini biliyordu. Bunun için içindeki öfke fiziksel bir hal almadı. Kararan kalbini saklı tuttu çünkü önce dinlemek istiyordu. Kötülüğü tanımak istiyordu. Nefreti bir daha tatmak istiyordu çünkü Ali'sine kavuştuğunda hata yapanın kensini olmadığını, kalbinde nefret bulunanın en münasip görünenler olduğunu bağıracaktı.
Sussun diye kafasına sokulan, soyut olan her şeye kusacaktı nefretini çünkü diğerleri Mete'ye bu nefreti gösterirken ağızlarında inançları vardı. Sevgiyi değil, nefreti zikrediyorlardı.
Kapıya vurduğunda bu üç vuruşluk bir çalıştı. O anda Ali'nin de bir gün öncesinde bu sesi duyduğunu bilmiyordu. Bilse gözyaşını tutan kapaklar dayanamazdı. Bu üç vuruşun babasından kendisine geçtiğini bile bilmiyordu, dikkat etmemişti. Bilse üzerindeki gölgeye bir daha lanet okurdu.