Mete
Mete, Ali'nin kollarında daldığı uykudan yine onun kollarında sıyrılacağını sanmıştı. Ali gitmeyecek gibi konuşmuştu. Mavi gözleri gelecek gibiydi; umut doluydu. Oysaki şimdi kara gözler onsuz bir güne uyanıyordu.
Başını çatlatırcasına ağrıtan ağrıya, kemiklerinin ağırlığına ve başının dönmesine rağmen önce yanındaki soğukluğu fark etti. Bunun için çatılı kaşlarla açtı gözlerini.
Ali yoktu, odasında da değildi. Önce evi tanıyamadı ama daha sonra ikinci eve geldiklerini fark etti. Hızla doğrulduğunda bütün bedeni zonklarken duymasını zorlaştıran kan akışına rağmen işitti Canan'ın hıçkırıklarını.
Gücünü nasıl topladığını, yataktan kendini nasıl attığını bilmiyordu ama birkaç saniye içinde odadan çıkarak ulaştı kıza. Dağılmış hali, tökezleyen ayakları ve kararan gözleri umurunda değildi. Ali'nin yokluğu ve Canan'ın ağlamalarının anlamını çok iyi biliyordu.
Hışımla çıktığı için irkilen Canan'ın üzerine neredeyse düşercesine geldi. Kolundan tuttuğunda cevap almak için soru sormasına gerek yoktu. Ali yoktu, Canan ise ağlamaktan kızarmış gözleri ile bakıyordu ona.
İçini kaplayan endişeye boyun eğmemek için elinden gelen tüm gücü sarf etti. Yanlış anlıyor olmak istiyordu. Gözlerindeki yalvaran bakışlardan belliydi bu. Ali'nin bir yerlerden çıkmasını beklercesine baktı etrafa. Küçük ev iki odalıydı. Birinden çıkmış, ötekine girmişti zaten. Ahmet'in kaçırdığı bakışları ve Canan'ın pişmanlık dolu yeşil gözleri ona olanları anlatmaya yetmiyordu ama kalbine silinmeyecek bir acı kazımaya yetti.
"Ali nerede?" Sonunda konuşabildiğinde sesi çatallı çıktı.
Canan dudaklarını birbirine bastırarak kafasını aşağı eğdi. Diyecek bir sözü yoktu. Bunun olmasını ikisi de istememişti. Ali'nin geri döneceğini düşünmüşlerdi. Metin'den aldıkları aramayı ikisi de beklemiyordu.
"Mete..." Ahmet arkadaşına doğru yaklaşarak ona güç vermek istercesine kolundan tuttu. Mete, Ahmet'in sessindeki pes etmiş tonu duyunca gözlerini korkuyla yumdu.
Bir gece uyumuştu huzurla, tek bir gece. İçtikleri onu uyanamayacağı kadar ağır bir uykuya çekerken, zaten yorgun olan bedeni de ona eşlik etmişti. Ali vardı yanında. Onun sözleriydi Mete'yi kandıran, gardını düşürmesini sağlayan. Oysaki şimdi o güzel rüyadan, kabusa uyanmıştı.
"Ali nerede Ahmet?" Bir defa daha sakince sordu. Ali'yi arkada bırakmalarını sağlayacak ne olmuş olabilirdi? Mete onun çekip gitmeyeceğini biliyordu. Ne demiş, ne yapmışta ikna etmişti diğerlerini?
"Metin..." Ahmet sesini sabit tutmaya çalışarak konuştu ama Mete bahane duymak istemiyordu. Yerini bilmek istiyordu sadece. Ona gidebilmek istiyordu. Anca böyle uyanırdı kabustan.
"Ali nerede Ahmet?" Yükselen sesi ile gözlerini arkadaşları arasında dolaştırdı.
"Ali gelmedi." Konuşan Canan'dı. "Peşimizi bırakmayacaklarını düşünüyordu. Sadece annen..." Sesi kısılsa da gücünü korumaya çalıştı. "Gelenin sadece annen olduğunu söyledi. Diğerlerini bilseydik..." Dudaklarından kaçan hıçkırığı eliyle yakalamak istercesine kapattı ağzını. Ali'ye inanmış ve sadece kadını düşünmüştü. Oysaki Metin babasından da bahsetmişti.
Kalktığı gibi geri çöktü sandalyeye. Vicdan azabı yüreğini yakıyordu. Ali'nin onlar için yaptığı o kadar şeyden sonra onu arkada bırakmış olduğu için pişmandı. Sözlerine güvendiği için kendisine kızıyor, en çok da Mete'ye karşı bükülüyordu boynu.
"Annem..." Titrek bir nefes çıktı Mete'nin ciğerlerinden. Bir duman gibi dağıldı havaya. Gözle görülmüyordu ama bu yandığını hissettiği ciğerinden yükselen alevlerin dumanıydı. Annesinin ismini duymak külleri bile kalmadığını düşündüğü kalbinin hala canlı olduğunu, hala ilk günkü gibi canını yaktığını gösteriyordu ona.